Modern zamanların bir çatlağı olarak; Can sıkıntısı
Dev ya da cebimizde taşıyabileceğimiz boyutta ekranlar uzun zamandır gündelik yaşamda en çok gözümüzü ve dikkatimizi celbeden nesneler olarak hayatımızın orta yerinde durmaktalar. Yalnız edilen yolculuktan tutun da beklemeniz gereken bir sıraya kadar hatta bazen – karşımızdaki insanın varlığını yadsıyacak şekilde- yanımızda birileri varken dahi doğrudan iletişimi ekranla kurarız.
Gerekçesine inelim, çoğu zaman bu yoğun kullanımın gerekçesi olarak ‘can sıkıntısı’ ifade edilir. Kendimize itiraf edemesek de bu hayattaki en büyük endişelerimizden bir tanesi can sıkıntısına düşmektir. Kimi hobiler, yolculuklar, okunan kitaplar ve hatta edinilen arkadaşlıklar bu korkunun yansımaları olarak hayatımıza dahil olur. Tüm bunlar kaçış için yapıldığında yalnızca dikkati dağıtan bir unsur olmaktan öteye gidemeyecektir.
Bize korkunç gelen can sıkıntısını kabul etmek tıpkı bir beden kusurunu kabul etmenin kişiye verdiği bütünleşme hissini verecektir. Can sıkıntısının üzerine düşünmek de yine kişinin kendi kişiliği hakkında düşünmesinin bir anahtarıdır. Malum olur ki ekranların, videoların ve vitrinlerin temaşası sırasında derinlikli bir tefekkür imkanımız pek mümkün olmayacaktır. Zamanın ağırlığını ancak zaman mefhumu ile hakiki anlamda karşılaştığımızda anlayabiliriz yani beyhude bir vakitte, canımız sıkkınken.
Zamanın bu denli ağırlaşmasına verdiğiniz tepkilerin üzerine düşünmek, hislerinizi anlamlandırmaya çalışmak hem kendinizi hem de günümüz koşullarında kendinizi var etme biçiminizi sizlere sarih biçimde ifade edecektir. Baudelaire; paris sıkıntısında bu dolayımı sevdiği üzerinden kurarak şöyle ifade eder; ister gece ister gündüz aydınlıkta ya da loş karanlıkta gözlerinin derinliğinde saati görürüm, hiç değişmeyen saati, geniş, görkemli ve mekan kadar büyük, dakikasız, saniyesiz bir saati, devinimsiz, bir iç çekişi kadar usul ve kaçamak bir bakış kadar hızlı saati. Ağır bir vakit hakkında böylesine dingin ve kabullenici bir yaklaşım sanatın belki en güzel formuna bürünmüş şekilde ifade edilebilirdi.
Can sıkıntısının görüldüğü yerde kaçılması gereken bir düşman, gözlerin kaçırılması gereken bir korku figürü olarak görülmemesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü o size hazların ötesinde bir mesaj gönderir, bu mesajı okumak gerekir. Nasıl ki üzüntünün, mutluluğun ve tüm diğer duyguların bir işlevi ve alt metni varsa can sıkıntısının da gündelik yaşamda bir fonksiyonu vardır nitekim vurgulanması gereken asıl noktanın deneyimlerimizin aslında bizi inşa eden nüveler olduğudur. Deneyimlere iyi ya da kötü anlamlar vermeden evvel onların bize ve varoluşumuza olan mesajını incelemek gerekir.