Bildiğimiz dünyanın sonu – Erlend Loe
ERLEND LOE- BİLDİĞİMİZ DÜNYANIN SONU
Bildiğimiz dünyanın sonu… kitabın isminin tınısı beni benden aldı ilk gördüğümde. Bu kitabı okumam lazım diye düşünürken yazarının Norveçli oluşu ve eserlerinin yirmiden fazla dilde yayımlandığını öğrendiğimde dikkatim kitaptan çok yazara ve İskandinav kültürüne yöneldi. Dünyanın öbür ucunda soğukların iliklere kadar işlendiği bir coğrafyada insanların yaşayışlarını en iyi anlayabileceğimiz kaynağın oraya ait bir yazarın kaleminden dökülen mürekkebin şekil verdiği bir roman olacağı su götürmez bir gerçek. Öyle de oldu. Hiç şaşırtmadı beni Loe. Aslında bu kitap serinin ikinci kitabı. İlk kitap Doppler’ın doğum sancılarından sonra ortaya çıkan “bildiğimiz dünyanın sonu” aynı zamanda yazarın başarı serisinin devamı. Yazar, kitabın çeşitli yerlerinde İskandinav kültürüne ve o coğrafyadaki insanların karakteristik yapısına dair değerli bilgiler veriyor okuyucularına. Soğuk iklimin, insan psikolojisi ve yaşayışı üzerinde oldukça anlamlı incelemeler görmek mümkün kitapta. Yazardan biraz bahsedecek olursam; Erlend Loe 1969 yılında Norveç’te dünyaya gelmiş. Eğitimi için bir süre Fransa’ya gitti. Danimarka’da sinema ve edebiyat üzerine eğitimler aldı. Yazdığı kitaplarla Avrupa Genç Okurlar ödülüne layık görüldü. 2013 yılında ise Norveç’in en önemli edebiyat ödüllerinden Aschehoug ödülünü kazandı.
Kitabın ana karakteri Doppler, birçok psikolojik rahatsızlığı bünyesinde barındıran, o rahatsızlıkların hakkını fazlasıyla veren ve okunduğunda ruh sağlığı çalışanlarının yüzünde “işte aradığım buymuş” tebessümü yaratan ilginç bir karakter. Şahsen ben okurken böyle bir karakterin göstermiş olduğu davranış bozukluklarını bir fotoğraf karesi şeklinde elimde görmekten, bir bulmaca çözermiş gibi kitabı didik didik etmekten çok keyif aldım. Kitabı okurken de sık sık kendi alanımla ilgili tespitlerde bulundum.
Romanın konusuna gelecek olursam, bu kitap serinin ikinci kitabı değiştim. İlk kitap ana karakterin ismiyle (Doppler) yayınlandı. İlk kitapta Doppler ormanda bisikleti ile gezinti yaparken küçük bir kaza geçirir ve o anda kafasında bazı taşlar yerinden oynar. Hayatı bir film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. İnsanları sevmediğini fark eder. Oğlunun sinir bozucu şekilde sürekli dinlediği çocuk şarkıları, ergenlik dönemindeki kızı ile yaşadığı iletişim sorunları, karısının onu anlamaması, banyo için fayans seçmek, süregelen faturalar, vergi ödemeleri ve en nihayetinde fitili ateşleyen asıl mevzu: babasının ölümü… tüm bunlardan sıkılan Doppler, şehri, evi ve çocuklarını terk eder ve ormana yerleşir. Tek başına tüm insanlıktan uzak bi hayat sürmeye başlar. Yeni doğmuş bir geyik peşine takılır ve onu alır evcilleştirir. Adını Bongo koyar. Bongo, onun bundan sonraki hayatında Doppler’ın İç Sesidir artık.
Doppler bir sabah uyandığında ailesini özlediğini fark eder. Özlemin canını yaktığını ve orman hayatının ona vermesi gereken her şeyi verdiğini düşünerek ailesinin yanına gitmek için harekete geçer. (Burada ana karakterin sürekli karar değiştirmesi ve duygusal gelgitler yaşaması, istediği zaman terk edip gitmesi ve istediği zaman dönmesi ama bu geliş ve gidişlere rağmen memnun olamaması onun varoluşsal sorunlar yaşadığını gösteriyor) Bongo’yu boynuzlu hayvanlar barınağına bırakıp şehre geldiğinde yaşadığı evin renginin değiştiğini görür. Buna çok şaşırır. Nasıl olurda evde değişiklikler oluşur diye söylenir. Sonuçta gitmiş olsa da burası hala onun evidir… Posta kutusunda ise eşi Solveig’in isminin yanında kendi ismi yerine Egil Hegel ismini görünce adeta şok geçirir. Doppler ismi kazınmış onun yerine Egil Hegel yazılmıştır. İlk şokunu atlatan Doppler, evin karşısındaki ağaca tırmanır ve bir süre aileyi gözlemlemeye başlar.
Eşi Solveig’in Egil Hegel ile mutlu olduğunu, ortanca oğluyla Egil Hegel’in iyi anlaştığını, küçük oğlunun Egil Hegel ile güzel zaman geçirdiğini görür. Ancak kızı Nora’nın her gece başka bir erkekle eve geldiğini fark eder. Oturup aileyi günlerce oradan izler. Daha sonra Egil’i evden atmanın planlarını yapar ve kimse evden yokken karısı için önemli olan eşyaların üzerine meni akıtır. Karısı her akşam bir eşyası üzerinde bu lekeleri görünce Egil ile tartışmaya başlar. Kavgalar başlar ve Egil evden kovulur.
Şimdi Doppler için yapılması gereken tek şey mavi eve gelmek ve iyi bir koca, iyi bir baba olmak. Eve gelişi çok güzel karşılanır. Herkes mutludur görünüşte ama aslında bazı sorunlar vardır. İlk sorun, en küçük çocuğun yıllar sonra babasının geri dönmesi ve baba dediği Egil’in evden gitmesi. Bu çelişkili durum onun suskunlaşmasına neden olur. Çocuk içine kapanır ve kimseyle iletişim kurmaz. Bir diğer sorun ise ortanca oğlunun Doppler ile İspanyolca çalışmak istemesi, Brezilya ile ilgili hayallerini aktarması ama Doppler’ın bu paylaşımlara cevap verecek bir donanıma sahip olmaması(ama Egil yapıyordu). Nora ile iletişimi hala zayıftı. Tipik ergen bir karakter olan Nora babasının gidişinden sonra ihtiyaç duyduğu sevgi arayışını dışarıda farklı farklı erkeklerde aramış ancak bu ihtiyacını tatmin edememiş genç bir kız. Doppler onunla konuşmayı denedi ve ona bir elma olduğunu söyledi.
Bu elma metaforu sonraki zamanlarda tekrar karşımıza çıkacak. Nora’ya elma olmanın ne demek olduğunu şöyle açıklar Doppler “sen bir elmasın eğer herkese bir ısırık verirsen geriye koçandan başka bir şey kalmaz” bir şeyleri düzeltmek için yaptığı bu açıklama tamamen ters teper ve kızıyla arası hepten bozulur. Ormanda geçen yıllar onun iletişim kurma yetisini köreltmiştir. Ve Doppler sosyal yaşama uyum sorunları yaşamaya başlar. İnsanlarla iletişim kuramaz, dışarı çıkamaz ve çalışamaz konuma gelir. Yaptığı tek şey ev hanımı olmak. Çocukları için nefis yemek tarifleri yapar ve onlardan övgüler alır. Bu onu cesaretlendirir. Gününü ev temizlemek yemek yapmak ve çocukları okuldan alıp bırakmakla geçirir. Bu işleri yaptığı için bir süre takdir alır ancak daha sonra bunlardan vazgeçer ve medeniyetten uzak kaldığı için özlediği televizyonun başına geçip günün nerdeyse tamamını televizyonla geçirir. Eşi Solveig durumun farkındadır ve oldukça sabırlıdır ama yüksek faturalar sabretmez ve mutlaka kapıyı sertçe çarpar.
Üstelik Egil’in çok iyi para kazandığı da akla gelirse Doppler için işlerin kötüye gideceği tahmin edilebilir. Öyle de olur. İşe başladığı ile ilgili yalan söylemeye başlar Doppler, sabahları çıkıp akşama kadar gezer ama bu yalanı da ortaya çıkar ve en son bunalım geçirir. Bu bunalım esnasında evdeki tüm değerli eşyaları alarak sahile götürüp yakar. Karısı ve Egil ona müdahale eder ve tabi ki Egil eve döner Doppler ise evdeki bodrum kata taşınır. Bodrum kat onun sığınma alanı olur. Gündüzleri evde kimse yokken internetten çıplak kadın resimlerine bakar ve kadınların kalçalarından çok keyif aldığını fark eder. Akşama kadar internetten kadın kalçalarını seyredip bunlarla ilgili hayaller kurar. Asosyallik ve uyum problemlerinden sonra cinsel saplantılar oluşmaya başlar. Bu saplantı da öğrenildikten sonra Doppler artık tamamen evsiz kalır. Bir süre sokakta Mirela adında bir kadınla dilencilik yapar ancak o bölgede onun dilencilik yapmasından keyif almayan kişiler tarafından kovalanır.
Doppler oradan oraya savrulur ve hiçbir dala tutunamaz, amaçsızca dolaşır vaziyetteyken Danimarka’ya Mirela’nın önerisi ile onun kızının yanına taşınır ve orada porno sektöründe ün yapmış bir adamla karşılaşır. Doppler artık konusuz filmlerin aranan gözde bir üyesidir. İlk başlarda hoşuna giden bu iş zamanla onun tüm insani duygularını öldürür. Öyle ki metroda bir kadının peşine takılıp onunla ilgili fanteziler kurduğunun farkında vardığında kadının yanına gidip “Sizden özür dilerim uzun süredir sizin peşinizden geliyorum ve sizi nesneleştiriyorum. Bunun için kusura bakmayın” der ve bu işten ayrılmaya karar verir. Sosyal yaşama ayak uyduramadığı gibi ruh sağlığını da yitirmeye başlayan Doppler için gerçek ev orman olur. Bodrum katından da kovulduktan sonra Bongo’yu barınaktan alan ve yanından hiç ayırmayan Doppler, geyiğiyle birlikte ormana döner. Artık burada daha mutludur ama eksik olan bir şey vardır. Kadın… Doppler’ı nasıl bir son beklediğini de okuyucuya bırakmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
KİTAPLA KALIN….