Bu Ülke – Cemil Meriç – Kitap İnceleme
BU ÜLKE
Aydınların aydınlatamadığı halkı, soytarılar aldatır.(C.Meriç)
“Bu Ülke, yarım asırlık bir tetebbuun(araştırma), bir sanatçı mizacından süzülen usaresi(öz su). Bir mesaj, daha doğrusu bir çığlık… kesif, dertli, derbeder…” Cemil Meriç bu sözlerle tanıtıyor kendi kitabını. Farklı konulara değinerek bazen bir iki satır, bazen de birkaç sayfadan oluşan ve yazarın hayatından süzülmüş cümlelerden oluşmakta. Kavramları, ideolojileri, Türk aydınının bakış açısı, batının üzerimizdeki etkisi ve bu ülkeye bakışını… ve daha birçok konuyu gereksiz kelime ve cümlelerden kaçınarak; az sözle çok meram anlattığı bir kitap. Okuyucusunun kitabı okurken yanında ansiklopedi veya elinin altında interneti hazır bulundurması gereken bir kitap. O kadar ki, kavramları anlamak kitabı yorumlamak için zihin dünyamızın, kütüphanelerin ücra köşelerindeki bilgileri didikleyip harmanlamış olması gerekmektedir. “Bu Ülke” bizim ülkemiz, bizim halkımız, bizim milletimiz için yazılmış; bizim daha iyi, sağlıklı ve doğru düşünmemiz, daha derin bakmamız ve görmemiz için yazılmış bir kitap. Bizi yolumuzdan eden, fikrimize, zihnimize ambargo koyan bütün hastalıkları bir cerrah misali ortaya koymuş.
“İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.”(Bu Ülke-sf. 92)
Cemil Meriç kitabında Türkiye’deki edebiyat ve siyaset dünyasını, Doğu’nun fikir alemini ve önemli düşünce insanlarını ele almaktadır. Meriç kitabı için şunları söylemiştir; “Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği”
1916 Hatay doğumlu olan Meriç, Hatay’ın 1939 yılında Türkiye’ye katılmasında da büyük rol oynamıştır. Ayrıca küçüklüğünde 6 derece miyop olan yazar, 38 yaşında gözlerini kaybetmiştir. Bu durumun hayatındaki etkisini “Gözlerimi yani her şeyi kaybetmiştim. Tekrar çarka takıldım. Ölümü bir münci olarak arıyordum. Meselelerimi ancak o çözebilirdi, korkak olduğum için intihar edemedim. Vazifelerim bitmişti… Beklediğim hiçbir şey yoktu. Yazdıklarım hiçbir yankı uyandırmamıştı. Ne yazacaktım?” sözleriyle ifade etmiştir. Yalnız bu durum da Meriç’i yıldırmamış ve yazı hayatına kızı Ümit Meriç’in yardımıyla devam etmiştir. Bu Ülke’yi anlamak için bilinmesi gerekenlerden biridir Meriç’in hayatı. Yukarıdaki bilgiler de ufak bir bakış açısı aralayacaktır kitap okurları için.
Bu Ülke yazarı Cemil Meriç başka müstesna eserlere imza atmış ve Türk aydınının, Türk insanının ilim, düşünce, gelecek ve yaşantı dünyasında değişimlere etki etmiştir. Aşağıda Meriç’in Bu Ülke kitabından alıntı birkaç paragraf size kitap içeriği hakkında bir fikir verecektir.
GERİCİ KİM?
Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu hayaletler kesiyor. Tanımadığımız bir dünya bu. İthal mali mefhumların kaypak ve karanlık dünyası. Gerçek, kelimelerin arkasında kayboluyor.
Ne güzel tarif; “Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan (kimse)” (Meydan – Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucubenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.
Murdar bir hl’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
4. Murad’a, Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey’den Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatin ışığında yazar: Kilise ve krallık. Dostoyevski maziye şık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici!
Gerici, ilerici… Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu. (Bu Ülke s. 80)
SEN BİR AZ-GELİŞMİŞSİN
Kıta’ları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeğe başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: “Hayır delikanlı”, diye fısıldadılar, “sen bir az gelişmişsin.”
Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “nisan-i zîşan” gibi gururla benimsedi aydınlarımız. (Bu Ülke s. 96)
DERGİ, HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ
(…) Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap ve gazete… biri zamanın dışındadır, öteki “an”ın kendisi. Kitap, beraber yasar sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter.
Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. (…) (Bu Ülke – s.100)
ASALETİNİ KAYBEDEN İRFAN
İrfanı hisarla kuşatmış Doğu, mabede bezirgan sokmamış. Yıllarca davar gütmüş, odun taşımış çömez… Meşaleyi çetin imtihanlardan sonra tutuşturmuşlar eline. “Emanetleri ehline tevdi ediniz.” demiş din.
Mürit: ceset. Can: mürşidin nefesi. Hint’te hocaların soyadı taşınırmış. Karabetlerin en mukaddesi, şakirtle üstad arasındaki bağ.
Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan. (Bu Ülke – s. 99)
İNANANLAR KARDEŞTİR
Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı… İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşum bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz. (Bu Ülke – s. 179)
Şuayip KÜTÜK
Psikolojik Danışman
urungu7447@hotmail.com