Casus – Joseph Conrad – İnceleme
JOSEPH CONRAD-CASUS
“Dürüstlük timsali profesör yürüyor, ama gözlerini iğrenç insan kalabalıklarından kaçırarak yürüyordu. Onun bir geleceği yoktu. Ama umurunda bile değildi. Büyük bir güçtü o. Felaket ve yıkım sahnelerini düşünerek keyifleniyordu. O da yürüyordu; cılızdı, kılıksız ve asık suratlıydı ama sırf çılgınlık ile mutsuzluk silahlarını kullanarak yeni bir dünya düzeni kurmayı tasarlayan korkunç bir adamdı. Kimse ondan yana bakmıyor ve Profesör, kalabalık bir caddede hiçbir kuşku uyandırmadan, ölümcül, salgın bir hastalık gibi ilerliyordu”
Polonya asıllı olan Joseph Conrad (1857-1924) İngiliz dilinin en önemli yazarları arasında yer almayı başarmıştır. Fransız ticaret gemilerinde miçoluk yaparak başladığı denizcilik kariyerini büyük İngiliz gemilerinde birince kaptanlığa kadar yükseltir. 1886’da İngiliz vatandaşı olur, vatandaşlıkla birlikte kaptanlık belgesi de alabilecektir. 1894’e kadar sürecek olan seferber ile bir yandan da hikâye ve romanlarının pek çoğunda canlandıracağı dünyaları keşfeder. Lord Jim (1900), Nostromo (1904), Razumov’un Öyküsü: Batı Gözüyle (1911, Under Western Eyes) adlı romanları ve Karanlığın Yüreği (1902, Heart of Darkness) adlı uzun öyküsü en önemli yapıtlarındandır. Casus kitabı ise Greenwich’e yapılan gerçek bir bombalama eyleminden yola çıkılarak yazılmıştır.
Yabancı ajanlar, devlet büyüklerine yaranmaya çalışan bürokratlar, rakip devleti alt etmek için onların sırları peşinde koşan elçilikler ve bu bozuk düzen içerisinde yitip giden zavallı, değersiz hayatların işlendiği mükemmel bir kitap. Gecekondu hayatının insanın ruhunda açtığı karanlık ve onarılmaz dehlizlerinden kurtulmak için çabalayan sıradan hayatların kaleme alındığı ve toplumdaki dezavantajlı insanların nasıl istismar edildiğini çok güzel, yalın ve etkileyici bir üslup ile aktaran J.Conrad… Etkileyici betimlemeler ve insanın beyninde oluşturduğu imgelerle insan psikolojisini aktarmaktaki ustalığı ile yazar bu kitapla adeta büyülüyor okurlarını.
Londralı bir esnaf olan Adolf Verloc, eşi Winnie Verloc, kaynanası ve engelli kardeşiyle küçük bir evde yaşayan ve dükkan işleten bir ailenin reisidir. Verloc, sessiz sakin ama kalıplı bir adamdır ve tembellik yapmaktan çok hoşlanır. Verloc, karısının engelli kardeşi olan Stevie’i de oldukça sever, onunla yürüyüşler yapar ve ona yakın davranır. Bu ilişkiden herkes memnundur. Ta ki bir gün Verloc, Fransız elçiliğinden çağrılana kadar… Göreve yeni başlayan yeni büyükelçi, güpegündüz Adolf’u elçiliğe çağırarak onun “gizli” olan casusluğunu tehdit eder. Yıllardır miskinlik yapan, büyükelçilik için herhangi bir faaliyette bulunmayan, evlenen ve mutlu bir aile kuran ve bu eylemsizliğe rağmen elçilikten maaş alan Verloc’a ses getirecek bir eylemde bulunmasını, aksi takdirde aldığı maaşın kesileceğini ve ifşa edileceğini dile getirir.
Yıllardır miskinlik yapan, bedavadan yaşamanın verdiği rahatlığın aldatıcı kollarına kendini bırakmış olan Verloc için işler artık hiç de eskisi gibi olmayacaktır. Kendisi sağlama aldığın günlerin mazide kaldığını ve bir seçim yapmak zorunda olduğunun farkına vardığında yapması gereken şeyin ne olduğunu da kavramaya başlar. Romanda oldukça değişik karakterler yaratan yazar, karaktere verdiği kişilikler oldukça dikkat çekicidir. Profesör lakaplı bomba imalatçısı bu karakterler arasında en ilginç olanlarından biridir. Muhafazakar olan babası ile yaptığı çalışmalar ve din ile ilgili yaptığı araştırmalar neticesinde inancını kaybedip kendini bilime adayan bu kişi, bilimin gücünün tam olarak yansıtılmadığını ifade ederek illegal yollarla toplumdaki düzeni kurmaya karar vermiş ve bomba üreticisi olmuştur. Profesöre göre toplumdaki düzensizliğin düzelebilmesi için toplumdaki zayıf kişilerin tamamen yok edilmesi ve yönetimi güçlülerin alması gerekir. Bu yüzden isteyen herkese bomba yapıp vermekte ve en ufak bir vicdani sorumluluk hissetmemektedir.
Bu denli bencil bir düşünce yapısına sahip olmanın elbette ki kendisine yönelik düşmanların çoğaltacağının farkında olan çılgın profesör, öyle bir düzenek hazırlayıp üstünde taşır ki devlet yetkilileri ve istihbarat elemanları bile ona yaklaşamaz ve ona zarar veremez. Yazar kitapta onun toplum içinde rahatça gezmesi ile ilgili “kalabalık bir caddede hiçbir kuşku uyandırmadan, ölümcül, salgın bir hastalık gibi ilerliyordu” ifadesini kullanmıştır.
Asıl kahramanımız olan Verloc’a dönecek olursak; büyükelçinin tehdidi elbette ki yabana atılacak bir konu değildi. İki gün sonra Winnie, çalan kapıyı açtığında karşısında bir müfettiş bulur. Müfettiş, Greenwich yakınlarında bir patlama gerçekleştiğini ancak bombacı haricinde kimsenin zarar görmediğini ve cesedi parçalanan kişinin paltosunda bir adres bulunduğunu ifade eder. İz sürdüklerini ve bombalı eylemi gerçekleştiren kişinin eşi Verloc olabileceğini dile getirir. Parçalanmış cesedin kürekle yerden kazınarak alındığını öğrendiğinde Winnie kendini kaybeder. Ancak kendine geldiğinde müfettişin kendisine gösterdiği bez parçasının Verloc değil de engelli kardeşi Stevie’e ait olduğunu, o kaybolmasın diye kendisinin o,(üstüne adres yazılı, bez parçasını kardeşinin paltosuna diktiğini hatırlar. Romanın belki de en güzel kısımları burada başlar. Gerisini okuyucuya bırakıyorum.