Eğitime harcanan onlarca yıl, sonuç: bomboş bir nesil
EĞİTİME HARCANAN ONLARCA YIL
SONUÇ: BOMBOŞ BİR NESİL
Bu haftaki yazımda sizlere gerek ülkemizde, gerekse dünyadaki bir çılgınlıktan bahsetmek istiyorum. Öyle bir çılgınlık ki başı var, ama sonu yok. Götürüsü çok, getirisi neredeyse yok. Teknoloji çılgınlığı mı, değil? Tüketim çılgınlığı mı, o da değil… 21. Yüzyıl bana kalırsa eğitim çılgınlığının baş gösterdiği yüzyıldır.
Peki nedir eğitim çılgınlığı? İnsanın eğitim görmesi kötü müdür? Her insan eğitim görmeli midir? Görecekse kaç yıl, ne zaman, nerede, kimlerden eğitim görmelidir? Bir diploma, bir okul yeter mi? Yetmezse ne yapmalı? Sertifika, kurs, seminer… Katılım belgesi bile olsa hiç yoktan iyidir.
Eğitim adeta ülkemizin yirmi yıl sürüp de bitmeyen pembe dizisi gibi. Karakterler değişiyor, mekanlar değişiyor, konu hep aynı. Sonu gelmiyor. Hep daha fazlası, daha iyisi, daha güzeli. Daha iyisinden, daha güzelinden söz ederken yanlış anlaşılmasın bahsettiğimiz nitelik değil, diploma, sertifika dediğimiz kağıdın kendisi. Bir sürü kağıt parçası, süslü çerçevelerin içinde duvarlarda boş yer kalmamış. Duvarların doluluğu kadar insanı doldurabiliyor muyuz peki? İşte bu kısım şaibeli… Bitmeyen eğitim yapmışlar, desek yanlış olmaz sanki. Eğitim bitmiyor, ama ömür biten bir şey. İşte bu haftaki yazımda yıllarımızı, paramızı, çabamızı yediği halde doymak bilmeyen Eğitim Canavarı’ndan bahsedeceğim sizlere…
Lise mezunlarının öğretmen olabildiği, memur olabildiği yıllar çok da uzakta değil aslında. Belki otuz belki kırk yıl önce liseden, hatta ortaokuldan mezun olup da devlette çalışan, fabrikalarda, bankalarda, hastanelerde masabaşı iş bulan çok insan vardı. Şimdi ortaokul mezununa benzincide pompa teslim etmiyorlar. 30 yılda 40 yılda ne değişti?
Nüfus arttı, hem de kimsenin beklemediği bir hızla arttı. Okullar, binalar yetişemedi bu hıza. Batıya göç, doğuda doğum patlaması vardı. İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da, Çanakkale’de bile bir derslikte 50 çocuk ders işleyen çok okul vardı. Ülkecek hiçbir şey üretmediğimiz halde olmayan şeyi tüketecek milyonlar yarattık bir nevi.
Ortaokuldan mezun olsan yeterken lise mezuniyeti bile kesmedi. “Üniversiteye git, yüksekokul gör.” dediler. Gittik gördük. “Üniversite yetmez, yüksek lisans da lazım.” dediler. Tezli tezsiz bir şekilde hallettik. “Şu eğitimin yok, bu eğitimin yok.” dediler, kurslara dadandık. Almadığımız sertifika, öğrenmediğimiz dil kalmadı. Hatta öğretmenliği düşünmesek bile “Pedagojik formasyon da alalım, cebimizde dursun.” dedik. Bu süreçte, 18 – 20 yıllık ilkokuldan yüksek lisans sonuna kadar geçen süreçten söz ediyorum, harcadığımızın paranın, zamanın, çabanın haddi hesabı yok.
“TEOGS’ta iyi puan alsın, güzel bir Anadolu Lisesi’ne gitsin.” deyip de ilkokulda ortaokulda koleje verdiğimiz çocukları devletin lisesinde test çözdürmüyorlar diye yine binlerce lira para akıtarak temel liselere, özel kolejlere gönderiyoruz. Memlekette düz lise bırakmadık, düz liselerin hepsinin adı Anadolu Lisesi olarak değişti, içi aynı kaldı. Anadolu kelimesini o kadar seviyoruz ki Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi olmayan her lisenin isminde muhakkak Anadolu kelimesini okuyoruz. Yirmi yıl öncesine kadar ülkenin nitelikli azınlığının okuyabildiği bu kelimeyi artık it bağlasan durmayacak okulların tabelalarına yazmaktan çekinmiyoruz.
Sokaktan geçen vasıfsız insanın evinde bile en az bir test kitabı var. İki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin en az bir açık öğretim bölümü diploması var. Ülkede üniversite tedrisatından geçmemiş insan kalmayacak elli yıl içinde. Devlet yetmiyor, boş apartmana, iş hanına özel üniversiteler patır patır açılıyor. Dershane zannettiğimiz binalarda ülkenin geleceği üniversite okuyor.
Üniversitede iki yıllık bölümler talepten dolayı yıllar içinde dört yıllık bölümler haline geldi, meslek yüksekokulları yüksekokula, yüksekokullar fakültelere dönüşmeye başladı. Optik forma adımızı yazsak girebileceğimiz bölümler 400 puandan aşağısına “Bizimle değilsin.” der oldu. Liseden mezun insanlar ebe, hemşire olurken şimdi fakültesini, yüksekokulunu dört yıl okumazsan eline boş şırınga bile teslim etmiyorlar. Meslek lisesinden okul puanı getirmek bile yetmiyor artık iki yıllık diye küçümsediğimiz bölümlere girmek için. Zaten artık iki yıllık okuyanlara “okumuş” gözüyle bile bakılmıyor.
Önceden yalnızca Anadolu Üniversitesi’nin Açıköğretim Fakültesi varken şimdi üniversiteler yavaş yavaş Açık ve Uzaktan Eğitim Fakülteleri, Sürekli Eğitim Merkezleri, Uzaktan Eğitim Merkezleri açıyorlar. Eğitim yetmiyor, boğazımıza kadar test, fotokopi, deneme ve kitapla dolduk, yetmiyor. Kitapevleri artık edebi eserden çok TEOGS, YGS, LYS, KPSS, ALES, YDS kitapları satıyor. Sınav puanları o sınavlarla ilgisi dahi olmayan iş görüşmelerinde artı değer olarak görülüyor. Devlette çalışmayı düşünmeyenler bile KPSS’ye giriyor, gireceği işte “Hi, I’m Cenan.” bile demeyecek insanlar YDS’den yüksek puanlar alıp patronun gözüne girmeye çalışıyor.
Dört sene de kesmiyor. Dört sene kesmediği için herkes yapabilsin diye tezsiz yüksek lisans diye bir şey uydurdular. Maksat herkesin elinde üstünde “Yüksek Lisans Mezunu” yazan bir kağıt olsun. Bu gidişle doktora eğitimi bile ele ayağa düşecek, belki de doktoradan sonra insanlar okumaya devam etsin diye “Yüksek Doktora, Tezli Yüksek Doktora, Tezsiz Yüksek Doktora” diye bir şey uyduracaklar. Sonu yok çünkü. İnsanlar otuz yaşına geliyor hala okuyor, kırk yaşına geliyor hala okuyor.
Peki ne okuyor? Vizeden geçmek için fotokopi okuyor. Kendisine ödev diye verilen kitabın özetini okuyor. İnternetten bulduğu uyduruk raporları, sunumları okuyor. Sırf kaynakça olsun diye alakalı alakasız tezleri, projeleri okuyor. Sınava hazırlanırken konu anlatımlı test kitabı okuyor. Okuyor yani, bizim insanımız çok okuyor. Okumaya doymuyor.
Ama o kadar okuduğu halde Goethe ve Faust’tan hangisi diğerini yazmıştır, bilmiyor. Bırak dünya edebiyatını, kendi edebiyatını, düşün dünyasını bile duymamış, okumamış. Ev diploma dolu, ama hala bir grup ödevi olsa sözcü olmamak için kılı kırk yarıyor, çünkü dili dönmüyor. Ne kendisini ne de insanları tanıyor. Çünkü bizim insanımız anlamak için değil, not için okuyor. Kültür için değil, kağıt parçası için okuyor. Kendisini yetiştirmek için değil, başkasına yetişmek için okuyor.
Yirmi yıla yakın bir süreden bahsediyoruz. Bir insanın ömrünün yirmi yılını yaklaşık dörtte/beşte birini eğitime yatırıp da hala işsiz gezmesi, bir işte dikiş tutturamaması ne demektir? Ne zaman şapkamızı elimize alıp bunu düşüneceğiz ben gerçekten merak ediyorum.
İlkokul, ortaokul, lise artık zaten Allah’ın emri. Bunu artık sorgulayamıyoruz bile. Lise mezunu olmayan insana yerel markette kasiyerlik bile yaptırmıyoruz. Üniversite okuyoruz, yetmiyor açıktan okuyoruz, yetmiyor uzaktan okuyoruz, yetmiyor sertifika alıyoruz, yetmiyor yüksek lisans yapıyoruz, yetmiyor dil öğreniyoruz… Yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor. Ne iş dünyasına, ne hayata bu özellikleri yetiremiyoruz. Ömrümüzü eğitime adıyoruz, bu sefer “En az beş yıllık tecrübe.” bekliyorlar. “O kadar eğitim alırken hangi ara gidip çalışacaktı?” diye kimse sorma gereği duymuyor.
İş dünyasında sözü geçenlerde de var suç, hatta en büyük suç onların. Beş kişinin parça parça yapacağı ve dahi yapması gereken işi bir kişiden bekliyor. “Şusu da olsun, en güzelinden olsun…” diye asgari ücretten biraz daha fazlasını maaş diye vereceği kıytırık iş için Friedrich Nietzsche’nin Über Mensch’ini arıyor adeta. “Her şeyi bilsin, her şeyi yapsın, her şeyden anlasın, gerekirse mesaiye kalsın, gerekirse hafta sonunu yaksın, işimi halletsin.” kafası var. Bu patrona da bir diploma, bir dil yetmiyor. İşveren ne alakaysa KPSS puanı istiyor, başka hangi ülkede devlet kurumlarına atanabilmek için girilen sınavın puanı özel sektörde özgeçmişlerde aranan bir özelliktir bilmiyorum, ama bizim ülkede oldukça yaygın bir durum bu. Yetmiyor yüksek lisans bekliyor, hangi bölüm olduğu önemli değil, yeter ki yüksek lisansı olsun bizim olsun. Bazısı yurtdışı tecrübesi de bekliyor, “Yurtdışında çalışmış, orayı tecrübe etmiş adam benim kıytırık işi ne yapsın?” diye düşünmüyor.
Boş pozisyonlara onlarca eğitimle boş insanlar yetiştiriyoruz. Anasınıfında öğrenemediğini ilkokulda, ilkokulda öğrenemediğini ortaokulda, ortaokulda öğrenemediğini lisede, lisede öğrenemediğini üniversitede, üniversitede öğrenemediğini yüksek lisansta, yüksek lisansta öğrenemediğini doktorada, oralarda öğrenemediğini açıktan veya uzaktan okumakta, sertifikada, seminerde, kursta öğrensin diye hep erteliyoruz. Yangını söndürmek yerine yanan başka bir eve kaçıyoruz adeta ve eğitim sürecinde bu döngüyü sürekli takip ediyoruz. Kazandığımız diplomalar sadece kaybolan zamanla eksiğimize eksik eklemekten başka işe yaramıyor. Eğitimin içini boşaltıyor, eğitimi nitelikli yurttaş yetiştirmek değil, diplomalı vasıfsız yetiştirmek adına harcıyoruz. Kullanıyoruz. Sömürüyoruz. Eğitimi, zamanı, parayı, çabayı dibine kadar kullanıyoruz.
Peki nereye varıyoruz? Nereye gidiyoruz? Bu soruları ancak ülkede üniversite okumamış insan kalmadığı halde işsizliğin tavan yaptığı bir dönemde, o nedenle de çok kısa bir süre sonra sormaya başlayacağız. O zamana kadar nerede ne eğitim var koşturmaya devam. Çünkü beklentiler arttıkça eğitimin sonu da gelmeyecek ve eğitimin sonu gelmedikçe harcanan zamanın, paranın, çabanın, bozulan psikolojinin telafisi de olmayacak.
Bazen yeter demeyi de bilmek lazım, konu eğitim olsa bile…
Yağmur Cenan BOYACI
Psikolojik Danışman
yagmurcenanboyaci@hotmail.com
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
GÜZEL BİR NOKTAYA DEĞİNMİŞSİNNİZ TEBRİKLER MESLEKTAŞIM
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim Fatma Hanım… 🙂