Ergenlik dönemi ve Din

18.04.2018
7.422
Ergenlik dönemi ve Din

 

ERGENLİK DÖNEMİ

‘Ergen’ sözcüğü Batı literatüründeki ‘adolescent’ karşılığı olarak kullanılmıştır. Latince’de büyümek, olgunlaşmak anlamında kullanılan ‘adolescere’ fiilinin kökünden gelmekte olan bu sözcük, yapısı gereği bir durumu değil, bir süreci belirtmektedir; günümüzde, bireyde gözlenebilen hızlı ve sürekli bir gelişme evresi olarak da tanımlanabilmektedir.

Ergenlik dönemi, biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir.

Başka bir tanıma göre ergenlik çağı, kişinin benzerliğine arama, geleceğe dönük kararlar verme ve seçimler yapma dönemidir.

Ergenin gelişim ve olgunluğu genellikle devam edegelen bir süreçtir. Her bir evre kendinden önce gelene dayanmaktadır.

Ortalama olarak kızların erkeklere oranla iki yıl kadar önce olgunlaşmaları nedeniyle, gençlik dönemindeki yaş sınırlarında, cinsler arasında belirgin bir farklılık görülür. Aynı zamanda gençlik, çocukluktan yetişkinliğe uzanan bütün ve tek bir çağ olmakla birlikte, kendi içinde de, kesin sınırlarla ayrılmayan ancak bazı özelliklerle belirlenen evrelere sahiptir. Bunlar;

  • Başlangıç dönemi (kızlarda 13-15, erkeklerde 15-17),
  • Orta dönem (kızlarda 15-18,erkeklerde 17-19),
  • Son dönemdir (kızlarda 18-20, erkeklerde 19-21).

Başlangıç dönemi, erinlik (buluğ) dönemi olarak da adlandırılabilir. Erinlik döneminde birey, kendi bedeninde olagelen fizyolojik değişikliklerin farkındadır. Kendisi için yeni olan bir takım duygular içindedir.

BEDENSEL GELİŞİM

Ergenlik, biyolojik değişmeyle başlar ve bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişmeyle son bulur. Ergenliğin başlangıcının en belirgin habercisi boy uzamasıdır. Erkekler doğumda kızlara oranla biraz daha uzundurlar. Kızlar ergenlik dönemine daha erken girdikleri için birkaç yıl bu avantajı kaybederler. Ancak ergenliğin orta ve son dönemlerine doğru yeniden kazandığı bu avantajı yaşam boyu sürdürür.

Ağırlık ve boy gelişimleri karşılaştırıldığında, ağırlık artışı, boy uzamasına paralel bir gelişim izler. Ağırlık artışı, kas ve kemiklerin büyümesiyle gerçekleşir. Erinlik dönemindeki iskelet yapısında 350 kemik vardır. Erişkinlikte ise bu kemik sayısı 206 ya düşer. Kemikleşme olgusu ergenlik yılları boyunca olgunlaşmaya kadar sürer. Yapılan çalışmalar kemikleşme derecesinin beslenmeyle yakından ilgili olduğunu göstermiştir.

Beden şekli ve oranlarındaki önemli değişiklikler, ergenlik dönemindeki fiziksel büyümenin karakteristiğidir.

15 yaşındaki ergen, bazı gelişim faktörlerini tanıyabilmekte ve bunların insanlararası ilişkilerdeki etkisini bilmektedir. Örneğin kısa ya da çok uzun boylu olmak, çok şişman ya da çok zayıf olmak, ergenin grup içindeki statüsünü ve arkadaş ilişkilerini etkileyen önemli bir faktör olabilmektedir.

BİLİŞSEL GELİŞİM

11 yaşından sonra mantıksal düşünme yetişkinler düzeyine erişir. Görüş alışverişi ve tartışma çocuğun yaşamında önemli bir yer almaya başlar. Toplumun gelenek ve göreneklerine, kurallarına karşı tutumu değişir. Bunların değişmez olduklarını düşünen çocuğun tersine, genç bunların yetişkinler tarafından kararlaştırıldıklarını ve değişik gruplara göre farklılıklar gösterebileceklerini kavrar.

Bu devrede, kontrol konusunun, özellikle aile ilişkilerini belirgin biçimde etkilediği görülmektedir. Bu devrede, kontrol, hem gençler hem de ana babalar açısından bir sorun olabilmektedir. Gençler özellikle kendileri ile ilgili konularda kontrolü ele geçirmeyi istemekte, ele geçirebildiklerinde de, nasıl kullanacakları konusunda güçlük çekebilmektedirler. Ana babalar ise kontrolü çocuklarına hangi alanlarda, hangi yaşlarda ve ne oranda bırakmaları gerektiği soruları ile başa çıkmaya çalışmaktadırlar.

Ana ve babaların, ergenlikte hem çocukları için önem kazanan konulara, hem de onların kendilerine ters düşen davranışlarının, bilişsel gelişmeleri ve benlik arayışlarından kaynaklandığını bilmeleri, çocukları ile ilişkilerini olumlu yönde etkileyebilir. Örneğin, sık sık yeni heveslere kapılıp vazgeçmenin, çocuğun sorumsuzluğundan değil, içinde bulunduğu dönemin kimlik arayışından kaynaklanabileceğini bilmek, ana babaların çocuklarına bakış açılarını ve dolaylı olarak davranışlarını etkileyebilir. Bazı ‘ileri’ görüşlü ana babalar, gencin özgür olma isteğini kabul edip üzerinde hiç kontrol kullanmayabilirler. Bu türden davranışlar çocuk tarafından ilgisizlik ve reddetme olarak algılanıp olumsuz sonuçlara (okuldan kaçma,kavga,içine kapanma…) yol açabilir. Ana babalar gencin bu dönemde kendilerinden duygusal destek beklediğini, ana baba ilişkisinin arkadaşlık ilişkisinden özel ve farklı bir yeri olduğunu unutmamalıdır. Özellikle erkek çocuklar için babanın destek ve dostluğu çok önemlidir.

Ergenlikte gençler bağımsızlıklarını bulmaya çalışır, ancak bunu yaparken ailenin desteğine gereksinim duyarlar.

DUYGUSAL GELİŞİM

Ergenin duygusal dünyasında bazı çelişkiler dikkatimizi çeker. Yalnızlıktan duyulan hazzın yanı sıra, bir gruba katılma özlemi, yetişkini hor görme ama ona dayanma, endişe ve umutsuzluğa karşın geleceğe coşkuyla yöneliş, bu evrenin belirgin çelişkili duyguları arasında sayılabilir.

Ergenin duygusal tepkilerini etkileyen başlıca faktörler sağlık durumu, zeka düzeyi, cinsiyet, okul başarısı ve sosyal kabul düzeyidir. Özellikle sağlık koşuluyla duygusal tepkiler arasında önemli bir ilişki vardır. Kötü sağlık koşulları bünyeyi aşırı duygusal kılabilir.

Bu dönemde duygular ergenin tüm yaşamında etkili olurlar. Küçük bir kırıklık ergenin yakın çevresindeki ilişkilerini doğrudan etkiler. Duyguların şiddetlenmesi sonucu, gerginliğin doğurduğu belirli alışkanlıklar görülür. Bu alışkanlıklardan en yaygın olanı, iyi uyum sağlayamayanlarda görülen tırnak yeme alışkanlığıdır. Gerginlik azaldıkça ve genç dış görünüşüne önem vermeye başladıkça, tırnak yemede de belirgin bir azalma görülür.

Ergenlik Döneminde En Sık Rastlanan Heyecan Biçimleri

KORKU: Ergenler için özellikle bilinmeyen şeyler korkunun doğmasına temel nedendir. Ergenin ilgilendiği faaliyetlerin sonucunu kestirememesi de korkuya neden olabilir.

ENDİŞE: Gerçek nedenden çok, hayali nedenlerden oluşan korku tipleridir. Korkulan durumun zihinsel düzeyde prova edilerek yinelenmesi, endişenin en büyük karakteristiğidir.

Cinsel olgunlukla birlikte, endişelerin de farklılık gösterdiği dikkatimizi çeker. Orta ve lise öğrencileri özellikle çeşitli okul sorunları hakkında endişe duyarlar. Dış görünüş ve arkadaşları arasında popüler olamama endişe yaratan diğer konulardır.

ÖFKE: Ergenlik döneminde öfkeye neden olan uyarımlar genellikle sosyal kaynaklıdır. Ergeni öfkelendiren konular şunlardır:

  • Alay edildiğinde, gülünç bir duruma düşürüldüğünde
  • Tenkit edildiğinde, azarlandığında
  • Haksız yere cezalandırıldığında
  • İnsanlar ona hükmetmeye başladığında
  • İşleri ters gittiğinde
  • Özel eşyaları, kardeşleri ya da ana babası tarafından habersizce alındığında gençler öfkelenir.

SEVGİ: Ergenlikte sevgi, hoş ilişkiler kurabilen, kendini seven ve güven veren kişilere yönelmiştir. Aile üyeleriyle olan bağı azalmış ve arkadaşlarıyla olan bağı artmıştır. Ergenin sevdiği kişi adedi azdır. Bu nedenle sevgisi çok kuvvetlidir. Karşı cinse delicesine aşık olma, kısa süre sonra bu duyguyu yitirme sıkça görülen olaylardır.

Ergenliğin Tutum Ve Davranışlar Üzerindeki Genel Etkileri

1.Yalnızlık İsteği: Bu dönemde genç küsme ve ani kırgınlıklar nedeniyle, arkadaşlarından ayrılma isteği duyabilir. Evdeki işlere karşı isteksiz davranır. Odasına kapanır kimseyi görmek istemez. Duygu ve düşünceleriyle başbaşa kalmak ister. Bazı gençler, büyüyen ve değişen bedeniyle kendini kabul edemediği, beğenmediği bu nedenle üzüldüğü için de yalnızlığı seçerler.

2.Çalışma İsteksizliği:  bu dönemde genç okuluna ve derslerine karşı isteksiz davranır. Notlarında düşme olur. Bunun sebebi gençteki bedensel büyümenin enerjisini tüketmesidir. Bu genci tembelliğe sevkeder. Bazı gençler, kendilerine yeterince güven duymadıkları için başarılı olabileceklerine inanmazlar ve gereği gibi ders çalışmazlar. Genel olarak bu yaşlardaki gençlerin ilgisini ders çalışmaktan çok başka şeyler çektiğinden de ders çalışmaya karşı isteksiz olurlar.

3.Disipline Karşı Direniş: Yetişkinlerle olan çatışma 13 yaşlarında en üst noktaya gelmektedir. Yasakları saçma, kendine tanınan hakları yetersiz bulur. Uyarıldığında ‘bana karışamazsınız ben çocuk değilim’ diyerek birden tepki gösterir. Ailedeki baskıdan çekinerek karşı gelemediği zaman küskün ve somurtkan bir tutuma girer. Yaş ilerledikçe bu zıtlık azalır, olgunluk ve hoşgörü artar.

4.Çekingenlik: Kendine güven eksikliğinden, hata yapma kaygısından ileri gelir. Kendinden ve yeteneklerinden emin olmayan genç başkalarınca beğenilmeme kaygısıyla aslında yapabileceği bir çok işten ve insanlardan uzak durabilir. Bu durum gencin girişimciliğini ve bir çok alandaki başarısını olumsuz yönde etkiler.

5.Fazla Hayal Kurma: Zamanlarının önemli bir kısmını hayal kurma alır. Özellikle ders çalışırken hayal kurma isteği güçlü bir biçimde ortaya çıkar ve zaman kaybına neden olur. Kişilik arayışı içinde olan genç, gerçek dünyada ulaşamadığı isteklerine ve üstünlük arzusuna hayaller vasıtasıyla ulaşıp mutlu olmaya çalışır.

6.Duygululuğun Artması: Karamsarlık, ufacık bir nedenle ağlamalar, alınganlık artan duygululuğun sonucu olmaktadır. Erkekler kızlara göre sinirlidirler. Kendilerinde olan huy değişikliği yetişkinlerce yüzüne söylendiğinde bu ergeni kimse tarafından sevilmiyor inancına götürür.

SOSYAL GELİŞİM

Ergen, toplumda saygınlık kazanmaya ve statü sahibi olmaya gereksinme duyar. Toplumsal uyum geniş ölçüde bu gereksinimin karşılanmasına bağlıdır. Toplumsal uyum zamanla kazanılmaktadır. Bu evrede birey kendi cinsinden oluşturduğu grup içinde faaliyetlerini düzenlemeye çalışır. Bu dönemde TOPLUMSAL GRUPLAŞMALAR etkinlik kazanır:

* Klikler: İlgi ve yetenekleri benzeşen 3-4samimi arkadaştan oluşurlar. Bu kliklerde duygusal bağlılık fazladır. Telefonda uzun uzun görüşme yapılır, sinemaya, tiyatroya, spor müsabakalarına beraberce gidilir. Klik kurallarına kesinlikle uyulur. Kurallar aile ile çatışsa bile yine de uygulanır.

* Kümeler: En geniş ergen gruplarıdır. Önceleri aynı cinsten üyelerden oluşurken, daha sonraları her iki cins de aynı kümede yer alabilir. Küme içerisinde eş arkadaşlıklardan olabilir. Kümeleri oluşturan üyeler aynı toplumsal gruptan gelmeyebilirler. Bundan dolayı üyeler arasında samimiyet sınırlıdır.

* Örgütlü Gruplar: Ergenleri bir araya getirebilmek için okullar, bazı dini ve resmi kuruluşlar genç grupları örgütlerler. Bu son yıllarda görülen bir durumdur.

* Çeteler: Okula uyum sağlayamayan ve okulda arkadaş edinemeyen kız ve erkek ergenlerin kurduğu topluluklardır. Klik ve kümelere girmeyen bu gençler zamanlarını cadde ve sokaklarda boş dolaşarak geçirir ve genellikle aynı cinsten bazen her iki cinsten üyelerin bir araya gelmesiyle çeteler kurarlar.

Hepsi değilse bile çoğu topluma karşı davranışlar içindedir. Kendilerini kabul etmeyen toplumlardan öc alırcasına davranır ve bazen suç olacak eylemlere girişirler. Bu çetelerin başkanları kin ve hınç doludur. Çetesini, duygularının tatmini için kışkırtıp yöneltir.

Özdeşleşme

Bu dönemde ergen, çevresinde ‘onun gibi  olmak’ istediği kişileri arar. Bu aileden, sevgi ve anlayış gördüğü bir kimseden, arkadaşlarından biri olabileceği gibi ünlü bir pop müzik sanatçısı da olabilir. Ergen, kim olduğunu, neye değer vereceğini, kime bağlanıp inanacağını, amacını bulmaya çalışır.

Ergen, içinde bulunduğu grubun idealleri ve sosyal standartlarıyla kendi davranışını değerlendirme durumundadır. Özdeşleşmenin oluştuğu ortamın toplumsal, ekonomik, kültürel özellikleri bir yandan kişiliği oluştururken, öte yandan kişilikle toplum arasındaki tüm ilişkilerin temeli olan özerklik ve sorumluluk kavramlarını biçimlendirir.

Kimlik Arayışı

Ergenlik döneminin en önemli sorunu kimlik arayışıdır. Bu dönende ergen, yavaş yavaş bir yaşam felsefesi, bir dünya görüşü ve inançlar geliştirmek durumundadır. Kişinin kimliğini açık seçik bulması, başkalarına ne denli bağımlı olursa olsun, kendini diğerlerinden ayrı bir varlık olarak algılamasına, ‘ben varım’ demesine bağlıdır.

Toplumda kadınla erkek için belirlenmiş ideallere, ilkelere ters düşmek ve bu duruma çevrenin hoşgörüsüz tutumu, ergenin üstünde olumsuz etki yapabilir. Burada üzerinde durulması gereken nokta şudur: ergenin kendi vücudunu algılaması, kendini nasıl gördüğüne bağlıdır.  Örneğin, güzel bir genç kız, ailede sevilmeyen bir akrabaya benzetildiği ve yıllarca ‘tıpkı onun gibisin’ dendiği için kendini itici sanabilir.

Yabancılaşma

Bazı ergenler, baskıları uzlaştırma yolunda mücadele edecekleri yerde, bunlara yenik düşerek yabancılaşma durumuna girerler. Toplumları içinde fiziksel olarak yaşayan, ama psikolojik açıdan toplumdan kopmuş olan bu bireyler, bir kimlik sahibi olmak ve toplumda özel bir yer kabul etmek istemezler. Bu gençlerin çoğu kimlik bunalımına ya da kimlik dağılmasına uğrarlar. Mesleki bir seçim yapamazlar, belli bir cinsel rolü üstlenemezler.

Yabancılaşma bir tek tutum ve davranışa bağlı olamaz. Bir çok tutum ve davranış bir araya gelince kişinin sevilmemesine ve grup dışına atılmasına neden teşkil ederler. Bunlar şöyle sıralanabilir:

-Gösterişçilik

-Kabadayılık,kabalık

-Diğerlerine zıt gitmek

-Hep yanlış anlaşılma hissi içinde olmak ya da hep şikayette bulunmak

-Kin gütmek ya da hasetlik

-Çekimserlik

-Devamlı bahane bulmak gibi savunma mekanizmalarını kullanmak

-Diğerleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmak

-İnatçı, asık suratlı olmak

Ergenin Aile İçi İlişki Ve Sorunları

Olgunlaşmakta olan ergenin aile içinde gördüklerinin kişilik yapısını biçimlendirmede çok büyük etkisi vardır.

Ergenlik döneminde anne baba kontrolüne karşı gelişen tepkiye koşut olarak, otorite desteğine olan gereksinim, duygusal gerginliğe neden olur. Başka bir deyişle, ergen isyankar bir tavır alışının yanında, anne ve babasının desteğine gereksinme duyar. Bu, ergenin iç çatışmasını artıran bir nedendir.

Ergene karşı yetişkinin baskı ve yasaklara dayanan disiplin anlayışı, olumlu ve yapıcı olması gereken bu evreyi çatışmalarla dolu, olumsuz bir döneme dönüştürebilir.

Zor yoluyla veya sevgi esirgeyerek denetlemek, gençleri ana babaların isteklerine uygun davranışlara yöneltmek için kısa vadede geçerli gibi görünebilir. Ne var ki, bu tip denetim, onların ana baba ile özdeşleşmesini sağlamaz. Denetici kişinin yokluğunda, gençler kendi istekleri doğrultusunda davranacaklardır.

Anne ve babanın ergene güven vermesi ve aralarındaki diyaloğu en iyi biçimde sürdürmesi gerekir.

Aile içinde erişkinlerin tutumları, ergenin haklarıyla sorumlulukları arasındaki dengeyi kurabilecek türden olmalıdır. Aile içinde ergene yöneltilen farklı tutumlar, ergenin dengesizlik ve kararsızlığını arttırır. Örneğin, bir gün:’sen daha çocuksun, bunu bilmezsin.’ diyen bir yetişkinin bir başka gün: ‘kocaman adam oldun, hala bilemiyorsun.’ şeklindeki suçlaması, ergeni dengesizliğe iten bir nedendir.

Anne babanın duygusal sorunları bulunan kişiler olmaları, evlilik ilişkilerinde başarılı olamamaları, ergenin aile içinde sürekli kavga ve çekişmeye tanık olması şeklindeki kötü ev koşulları, genci bir karmaşaya, iç çatışmaya ya da suçlu davranışa itebilir.

Aşırı koruma, bir çocuğu diğerinden ayırarak sevme yanlış anne baba davranışlarıdır.

Aşırı baskı ve aile içi gerginlik, ergeni evden ve okuldan kaçmaya iten davranış ve uyum bozukluklarına neden olan etkenler arasında sayılabilir.

Ergenlik çağını bilinçli karşılayan anne babalar önemli yanlışlar yapmaktan sakınabilirler. Gencin tepkileri ve çelişkili davranışları karşısında soğukkanlı olabilirlerse onları daha iyi anlayıp hoşgörülü davranabilirler.

Kuşaklar Arası Çatışma Ve İsyan

İki kuşağın farklı biçimde sosyalleşmesi, kuşaklar arasında düşünce, inanç ve eylem bakımından farklılık yaratmaktadır. Böylelikle, anne babaların özümlediği sosyal ve kültürel biçimler, çocukların öğrendikleriyle az da olsa farklılık göstermektedir. Yine yaş ilerledikçe sosyalleşmenin azalması kuşaklar arası boşluğu arttıran bir başka nedendir. Çatışmaya neden olan bir diğer etken, çocuklarının yeni statülerine ana babanın uyumda güçlüğe uğramalarıdır. Anne babanın sosyalleştirme kurumu niteliğindeki rehber rollerinden, çocuklarını kısmen kendileriyle eşit statüde görmek şeklindeki rol değişimi bu zorluğu yaratmaktadır.

Eğitimsel farklılaşmalar, iki kuşağın anlaşmazlıklarını arttırmaktadır. Bu farklılaşma, ya düşük düzeydeki sosyo-ekonomik çevreden gelen çocukların yüksek öğrenim görerek babalarını aşmaları ya da iki kuşağın izledikleri öğretim programlarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu da farklı beklenti, değer ve davranışların kazanılmasına neden olmaktadır.

Ülkemizde gerçekleştirilen araştırmalara göre, gençlerin anlaşmazlık gerekçelerini, baba ve geleneksel aile otoritesine bağımlı olmak istememeleri oluşturmaktadır.

Anne baba bu dönemin psikolojisinden habersiz olarak, egemen olma eğilimi göstermekte, ailede eğitimin yalnızca büyüklerin nüfuzuna dayandığı gözlenmekte, ergenin arkadaş grubuyla anne babasının ayrı fikir ve görüşlere sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Gençler ailelerinin tutuculuğundan, özgürlüklerini kısıtlamalarından, çocuk yerine konulmaktan, anlayış ve hoşgörüden uzak olmalarından ve kendilerine söz hakkı tanınmamasından yakınmışlardır. Yine gençlerin başlıca sorunları arasında, anne babalarının yeterli düzeyde öğrenim görmemeleri, karşı cinsten arkadaş istememeleri ve bugünkü yaşamın gereklerine ayak uyduramamaları gelmektedir.

Kuşaklar arası çatışma ve boşlukların ciddi bir durum almaması için gerek devlete, gerekse ergen ve yetişkinlere ayrı ayrı sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumluluklar şöyle sıralanabilir:

-Toplumda ekonomik, toplumsal ve kültürel kalkınmanın gerçekleştirilmesi

-Yetişkinlerin ergenlere karşı olan tutum ve davranışlarını düzenlemeleri

Bu amaçla:

-Ergen hiçbir zaman başkalarının önünde eleştirilmemeli, davranışları başkalarınınkiyle karşılaştırılmamalıdır.

-Ergen karşısında yetişkin her zaman tarafsız ve güçlü olmaya çalışmalı, ergenin haklarıyla sorumlulukları arasındaki dengeyi kolaylıkla kurabilmelidir.

-Anne babanın fikirlerine saygı duyma, gencin ne derece göreviyse, onların fikirlerinde tam bir anlaşmaya ulaşmış olmalarını beklemek de hakkıdır.

-Ergen, kültürüne özgü toplumsal değerleri kendi arkadaş grubu içinde yaşayarak öğreneceğinden, anne ve babalar, kendileriyle olan bağların zayıflayacağı endişesiyle arkadaş ilişkilerini engellememelidirler.

-Yetişkinlerin ergenlerle olan eğitim farklılıklarının giderilmesi; bu amaçla yaygın eğitim ve konferanslar yoluyla yetişkinlerin ergenlik dönemi özellikleri, sorunları ve çeşitli konularda bilgi edinmelerinin sağlanması

-Kuşaklar arası diyaloğunun gerçekleştirilmesi, karşılıklı sevgi ve saygı yaklaşımıyla kuşaklar arasındaki diyalog kopukluğunu ortadan kaldırarak iletişimin sağlanması

-Kuşak çatışmasının bir anlamda değer çatışması olması nedeniyle, her iki kuşağın sahip çıkacağı ortak değerlerin yaratılmasına olanak hazırlanması gerekmektedir.

Kısaca, kuşaklar arası çatışmaları ortadan kaldırmak için, yetişkinlerle ergenler arasında dengeli ve düzenli bir iletişim kurarak diyaloğu gerçekleştirmek ve ortak değerler oluşturmak en akılcı çözüm olmaktadır.

DİN VE AHLAK GELİŞİMİ

A- Ergenlik Döneminde Dini Gelişim Süreçleri

Bilimsel ve sistematik anlamda “ergenlik dönemi araştırmacılarının ilkleri” olarak tanımlayabileceğimiz Starbuck ve Hall gibi psikologlarla başlayan ve ergenlik dönemi dini gelişimini inceleyen çalışmalar, ilerleyen yıllarla gittikçe yaygınlık kazanmıştır. Son dönem araştırmaların önemli bir kısmı, kendi bulgularını önceki araştırma bulguları ile destekleyerek bu dönemde ortaya çıkan dini değişmeleri, aşamalara bağlı bir değerlendirme modeliyle açıklamaktadır  Pratik yararından ötürü konu ile ilgili değerlendirmelerimizde, söz konusu model esas alınmıştır. Buna göre ergenlik dönemi dini gelişimi, üç aşamada ele alınacaktır: Bunlar, dinî şuurun uyanması ve gelişmesi, dinî kabullerin sorgulanması ve şüphe, dinî tutumların belirginlik kazanması şeklinde sıralanmaktadır.

  1. Aşama: Dinî Şuurun Uyanması ve Gelişmesi

Normal şartlar altında her gelişim evresi, birbirini tamamlayan tedricî bir biyo-psiko-sosyal değişimi içerdiği gibi, dinî telakkilerde de belirli bir tedricîlik söz konusudur. Dinî şuurun ortaya çıkmasından önce çocuk, dini gelişim noktasında ancak somut işlemlere dayalı bir ilerleme kaydedilebilir. Çünkü çocukluk döneminde zihinsel yapılanma, dinin metafizik boyutunu anlayabilecek kapasiteden yoksundur. Bununla birlikte, çoğu ezbere veya şartlanmaya dayalı çocukluk dinî kabullerinin ileri dinî hayatın oluşmasındaki fonksiyonu, asla küçümsenemez. Çünkü ergenlik dönemi sonunda yapılan dinî tercihlerde, bireyin yönelişini etkileyen en önemli faktörler, çocukluk dönemi dinî kabuller ile yakından ilgilidir.

Soyut düşünce yeteneğinin işlerlik kazanmasıyla meydana gelen hızlı değişmelere paralel olarak, 12-13 yaşlarına kadar gelişmeye devam eden dinî duygu, dinî ilgi ve düşünceler, şuur ve irade seviyesine yükselerek ergenin tüm kişiliğini derinden etkiler. Böylece, çoğunlukla tüm tutum ve davranışlarını yeniden şekillendirecek güçlü bir dinî anlayış ortaya çıkar. Ergenlikte ortaya çıkan bu yeni değişim, “dinî uyanma” kavramı ile ifade edilmektedir. Dinî uyanma ile birlikte başlayan dini şuur süreci, ergende daha önce yaşamadığı oldukça farklı, zengin ve karmaşık dini tecrübelere yol açar.

“Dini şuur”, bireyin hangi dini kabullere sahip olduğunu, neye ya da kime niçin inandığını ya da inanmadığını bilmesi; sergilediği dini tutum ve davranışların farkında olması; dini kabullerini içten yaşaması vb. gibi çeşitli tecrübe şekilleri ile ifade bulur.  Dini şuur, zihinsel hayatın gelişmesine bağlı olarak sosyo-kültürel etkilerin altında ortaya çıkan deruni bir yaşantıdır. Dini mesajına uygun anlama ve yaşama arzu ve çabası, dini şuurun gelişmesi ile yakından ilgilidir.

Çocukluk dönemi dinî ilginin çok ötesinde ergenlikte  ortaya çıkan bu yeni oluşuma psikolojik, duygusal, sosyal ve kültürel pek çok faktör, farklı boyutlarda katkı sağlar. Ergenin bu devrede en büyük problemlerinden birisi kuşkusuz, bütüncü bir kimlik kazanmaktır. Bu arayışında din, önemli bir fonksiyon icra eder. Çünkü kimlik gelişiminin temel taşlarını teşkil eden güven duygusu, özdeşleşme vb. psikolojik gelişim özellikleri, aynı zamanda dinî gelişimde temel referans noktaları arasında yer alır. Bulgulara göre, belirli bir kimlik kazanma çabasında dinin çok yönlü etkileri söz konusudur.

Duruma farklı bir açıdan yaklaştığımızda; belirli bir hayat görüşü kazanma, hakikatle ilgilenme, fikri açıklık ve anlama vb. gibi pek çok  ihtiyaç ve arzunun tatmininde de, dinin önemli bir boşluğu doldurabilecek eşsiz bir niteliğe sahip olduğu görülür.

Aynı şekilde, duygular da bireyi dine yaklaştırmada önemli fonksiyonlara sahiptir. Örneğin, ergenlerin pek çoğunda kuvvetle hissedilen duygulardan “sonsuzluk ve ölümsüzlük” duygularına karşılık dinde, ebedî bir hayat vaadi söz konusudur. Endişe korku, sıkıntı, yalnızlık gibi duygulara karşılık dinde, sığınma ve güven telkin eden bir yapı mevcuttur. Yine, dinî suçluluk ve günahkârlık duygularına  din, rahmeti  ve bağışlayıcı mesajıyla karşılık verir.

Bütün bunların yanında sosyo-kültürel organizasyonlar olarak aile, okul, arkadaşlık ve grup ilişkilerinin; sosyal bütünleşme fikir ve ideallerinin dinî ilgi uyandırmada önemli etkiler ortaya koyabileceği, başlı başına ayrı bir gerçek olarak kabul edilmektedir.

Zihinsel alanda kaydedilen ilerleme, ergende dikkatin, tabiat-üstü, dinî-metafizik konular üzerinde yoğunlaşmasına imkan hazırlar. Bu süreçte ergen, dini sembolik bir sistem olarak algılar ve kavrar. Böylece bu gelişme, onun dinî konu ve kavramları şuurlu olarak anlamasında önemli bir basamak oluşturur. Okul ve sosyo-kültürel çevrenin yardımıyla ergen, problem çözmeye ve yüksek seviyede genellemeler yapmaya yönelir. Ancak, dinî şuurun uyanması sadece zihinsel gelişime bağlanamaz. Bu süreç üzerinde, içten ve dıştan gelen verilerle zenginleşen ruhsal yapı, doğrudan etkilerde bulunur.

Duygusal alanda yaşadığı iniş-çıkışlar, ergenin çocuklukta tecrübe ettiği, fakat dışa vuramadığı dinî duygularını şuur alanına çıkararak onun, yeniden dinî bir arayış ve özlemle dünyaya yönelmesini sağlar. İşte bu yönelişi, dinî şuurun açık bir belirtisi kabul edilir. Bu aşamadan itibaren ergen, geleneksel dinî kabullerini tekrar gözden geçirmek ihtiyacını hisseder. İçine düştüğü kararsızlığın da etkisiyle ergen, olumlu-olumsuz, basit-karmaşık pek çok denemeye girişir. Ancak, bütün bu arayışları neticede onu, yetişkinlik dinine ulaştıracak önemli birer basamak teşkil eder.

  1. Aşama: Dinî Kabullerin Sorgulanması ve Şüphe

Ergen, özellikle 13. yaşlarından itibaren etrafında süregelen dinî yaşantıların çeşitliliğini fark etmekte geç kalmaz. Aile ve okul çevresinin yardımlarıyla ortaya çıkan entellektüel ilerleme onda, karşılaştırma, tahlil ve analiz etme, tenkit ve eleştirme gibi zihinsel yeteneklerin gelişmesini sağlar. Zihinsel alanda ortaya çıkan köklü gelişmeler yanında bağımsızlık ve güçlülük duygularının etkinlik kazanmasıyla o, çocukluk dönemi inançlarına geri dönerek onlara karşı tenkitçi bir tutum geliştirir. Hemen tüm inançlarını eleştiriye tabi tutar. Aslında böyle bir ihtiyaç duyması normal ve sağlıklı bir gelişimin ifadesidir. Zira bu eğiliminin ardında varlığını hissettiren en önemli motiflerden birisi, daha önce dinî coşkunluğu kendisine yaşatan “dinî şuur” un kendisidir. Doğal olarak, inançları üzerinde giriştiği bu “aklama” operasyonu, ergende bir takım tereddütleri de gündeme getirmektedir.

Ergenin dinî inançlarından kuşku duymaya başlaması, bir anda ortaya çıkan basit bir olay değildir. Aksine, bu yeni ve çok farklı eğilim ile birlikte, dinî şüphe ve tereddütlere zemin hazırlayan psikolojik-duygusal gerginlikler, zihinsel karmaşalar, yanlış ve hurafe bilgiler, dinî anlatım dilinde yetersizlikler, kavram kargaşası, dinî konularda rehbersizlik vb. gibi çok yönlü faktörler, olaya yoğun bir şekilde karışır ve zaman zaman dinî sapmalara yol açar. Bunun dışında, dinî öğrenmede eksiklik, yanlış fikir ve olumsuz telkinler; ayrıca aile, arkadaş ve grup çevresi, kısaca bir bütün olarak sosyo-kültürel çevreden kaynaklanan pek çok etkenin katkıları da küçümsenemeyecek boyuttadır. Böyle olmakla birlikte, uygun ölçü ve ortamda bulundukları takdirde -dinî hayat üzerinde olumsuz etkileri ile sıraladığımız- bu faktörlerin, aynı zamanda dine yaklaştırıcı etkilere sahip olduğu da ayrı bir gerçektir.

Her ne sebeple olursa, ergenin, dinî inançlarını soru süzgecinden geçirmeye kalkışması, son derece ıstırap vericidir. Çünkü O, bir bakıma tüm varoluşunu tenkide tabi tutmaktadır. Ancak, bu aklama girişimi, düzenli bir hayat felsefesi oluşturabilme yolunda zorunluluk arz eder. Aslında bu aşamada ortaya çıkan karışıklıklar, daha sonra kesin bir durulmayı getirecek bulanıklığın habercileridir. Olaya bu açıdan yaklaştığımızda, tenkitçi düşünce evresinin değerini takdir etmek, daha da kolaylaşır.

  1. Aşama: Dinî Tutumların Belirginlik Kazanması

Bütün tutum ve davranışlarda olduğu gibi dini tutumlar, son ergenlik döneminde psikolojik durulmayla birlikte belirginleşmeye başlar. Çatışmalarla, bunalım ve krizlerle dolu ergenlik dönemi, yerini bu aşamada istikrarlı ve sakin bir döneme bırakır. Durulma, kimi ergenlerde kısa zamanda ve sessizce gerçekleşirken; kimi ergenlerde ise, uzun zamanda ve isyancı tepkilerle gerçekleşir.

Çoğu zaman birbirine girmiş karmaşık değişmelerin hüküm sürdüğü ergenlik döneminde, önceden geliştirilmiş dini tutumlarda olduğu kadar geliştirilen yeni dini tutumlarda da büyük ölçüde kararsızlık, istikrarsızlık ve belirsizlik görülür. Ancak, bu yeni yapılanmada bilinçli ve kasıtlı hareketten çok, dönemin kendine özel psikolojik yapısı etkindir. Diğer taraftan, ortaya çıkan karmaşa bütün tutumları etkileyecek güçte olamayacağı gibi, bireysel farklılıklar dikkate alındığında, herhangi bir tutum üzerinde kayda değer bir etkide de bulunmayabilir. Bu noktada asıl belirleyici olan, metot ve içerik açısından çocukluk döneminde alınan dini eğitimin kalitesidir.

Yetişkinliğe yaklaşırken ergenler özellikle 20’li yaşlarda, bütün diğer tutumlarda olduğu gibi, dinî-ahlâkî tutumların büyük bir bölümünde belirgin bir istikrar kazanırlar ve böylece hayat felsefelerini önemli ölçüde oluşturmuş bir kişilik yapısına ulaşırlar Bu aşamada, dinî gelişim sürecinde çok önemli ve kritik bir geçişi karakterize eden şüphe olayı ile bu geçişe çoğu zaman eşlik eden suçluluk ve günahkarlık duyguları, büyük ölçüde güçlerini kaybeder. Özellikle yakın ilişkiler kurduğu aile arkadaş ve grup çevresinin büyük bir rol oynadığı bu gelişim sürecinden sonra ergen, dinî tutumlarını temellendirmek üzere kesin bir yol ayırımına gelir: Genel bir eğilim olarak çözümü önce yakın arkadaş çevresinde arar. Daha sonra duruma göre aile içinden ya da aile dışından sevdiği ve güvendiği şahıslara açılır; üstesinden gelemediği konularla ilgili sorular sorar, tartışmalara girer ve açıklamalar bekler. Bütün bu çabaları neticesinde karşılarına çıkan alternatifler, ergene tercih imkanı sağlar.

Araştırmalar, yaptıkları tercihlere göre ergenlerde üç farklı dinî tutumun ortaya çıktığını göstermektedir: Spanger’in sınıflamasına göre ergenlerin bir bölümü, dine karşı tam anlamıyla kayıtsızlaşır. Bunlar çoğu zaman, din ile ilgili her şeyi tamamen terk ederek, dinin tümüne karşı reddedici bir tutum geliştirirler. Ergenlerin bir bölümü tamamen farklı bir karakterde, kişisel dindarlığı ortaya çıkaracak yeni bir enerji ile çocukluk dönemi inançlarının ötesinde, yeniden şuurlu bir dinî inanç sistemi oluştururlar. Diğer bir kısım ergen ise, tamamen eski geleneksel inançlarına geri dönerek onları olduğu gibi kabul eder, eski kabul ve seçimlerine dayanan az-çok yeniden düzenlenmiş yeni bir dinî tutum geliştirirler. Başka bir araştırmacı olarak Gruber de “ruhsal açılma ve oturganlaşma” kavramıyla tasvir ettiği son ergenlik dönemini, dini tutumların belirginleşmesi açısından Spranger’in sınıflamasına benzer bir sınıflamayla tanımlamaktadır.

Dinî tutumların belirginlik kazanması, bireye göre değişebilen belirli bir gelişim süreci gerektirir. Bu süreçte duygusal ve zihinsel faktörlerin rolü oldukça büyüktür. Çünkü ergen, hayatının en önemli kararlarını almak zorundadır. O, ancak çocukluk ile ergenlik dinî değerleri arasında uyuşma sağladıktan sonra, dinî anlayışını tüm tutumlar üzerinde merkezi bir konuma getirebilir. Diğer taraftan bu devrede, gelişim ritminin bunca çeşitlilik arz eden yapısını eski yapıya çevirmek mümkün değildir. Çünkü ergen, ileriye dönük büyük ölçüde istikrar kazanmış önemli bir değişim yaşamıştır.

Olumlu şartlar altında tutumlarını temellendirmiş olan ergenin, kendine olduğu kadar başkalarına ve başka fikirlere karşı, önceden mevcut tutumlarında önemli değişmeler ortaya çıkar. İçinde bulunduğu yeni gelişim dönemine uygun olarak önceden tahammül edemediği kişiler ve fikirler karşısında daha olgun, daha toleranslı ve daha yapıcı bir kişilik geliştirmiş durumdadır. Yine o, dini kabullerine ve bütün diğer sahip olduklarına, hayata ve geleceğine daha açık ve olumlu bir bakış açısı kazanmıştır.

B- Ahlâk Gelişimi:

Ergenlikten önce tam anlamıyla olgunlaşmış bir ahlâk yapısından söz etmek mümkün değildir. Zira, büyük ölçüde soyut işlemlerle ilgili ahlâkî kabullerin kavranıp benimsenmesi, yeterli ve uygun bir zihinsel gelişime bağlıdır. Buna göre ahlâkî olgunluğa yöneliş, ancak soyut düşüncenin başladığı 12. yaştan itibaren mümkündür. Ergenlikte ahlâk gelişimi, dini gelişim ile paralel bir yapılanmaya sahiptir. Her iki süreç birbirini hem destekler, hem de olgunlaştırır.

1- Ahlâkî Kavramların Gelişimi

Gelişim özelliği açısından tedrici bir yapılanmayı karakterize ettiği için ahlâk gelişimi de birbirini tamamlayan aşamalar halinde ele alınmaktadır: Bu noktada Dewey, Piaget ve Kohlberg, ortaya koydukları ahlâk teorileri ile en fazla dikkat çeken bilim adamları arasında haklı bir üne sahiptirler. Öne sürdükleri fikirlerden hareket ettiğimizde hemen tüm ahlâk araştırmacılarının şu görüş üzerinde birleştikleri söylenebilir: Ahlâk olgunluğuna ulaşabilmek için yorumlama, kavramlar geliştirebilme, genellemelerde bulunabilme gibi bir takım yeteneklerin gelişmesi gerekir ki, bu da ancak 14 ve 15. yaşlardan sonra ortaya çıkar. Bu aşamaya ulaşmış fertlerin ahlâkî kabullerinin ardında, ceza korkusundan çok insan onuruna yaraşır ahlâki davranışa uygunluk ve huzurlu bir hayatın temininde ahlâk prensiplerinin zorunluluğuna dair içten bir inanç yatar

Çocukluk döneminde henüz kişiliği kontrol edebilecek bir olgunluğa ulaşamadığı için vicdanın fonksiyonunu yetişkinler yerine getirir. Ancak, çocukluk döneminden ergenlik dönemine geçiş sürecinde zihinsel ve duygusal alanda ortaya çıkan değişmeler, vicdan gelişimini de hızlandırır. Vicdan gelişimindeki ilerleme,  iç kontrole, kendine sahip olmaya, daha bağımsız fakat daha dikkatli ve sorumlu davranmaya yönlendirir. Çünkü bu aşamada, suçluluk ve günahkarlık duygusu güç kazanır. Bir taraftan bu tür duygularla karşı karşıya gelme endişesi, diğer taraftan ise, ahlâk kurallarına uymanın sağladığı huzur ve avantajlar ergeni, dinî-ahlâkî değerlere daha fazla yaklaştırdığı gibi, doğruya bağlılığını da pekiştirir.

Özellikle adalet duygusunun etkinlik kazanmasıyla ergenlerin büyük çoğunluğu, doğruluğa ve dürüstlüğe büyük bir önem verir. Bu aşamada ergenler, geliştirdikleri hemen tüm ilişkilerinde bu yeni yapılanmayı esas alırlar, çevrelerinde gelişen tüm olayları, uzak-yakın şahısların tüm davranışlarını adalet ölçüleri doğrultusunda yargılarlar. Karşılaştıkları haksızlıklara hemen tepki gösterirler ve çoğu zaman hislerine hakim olamazlar. Özellikle sevilen ya da daha önce ideal olarak benimsenen şahıslarda gördükleri beklenmedik olumsuz tutum ve davranışlar, ergenleri düş kırıklığına uğratır. Bu aşamadaki ergenlerin önemli bir bölümü, bin yandan başkalarını eleştirirken, diğer yandan kendilerini de savundukları ahlâk kuralları doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalışırlar.

Dönemin tüm karmaşık yapısına rağmen ahlâkî olgunluğun ortaya çıktığı aşamada ergen, hayatının hiçbir döneminde görülemeyecek ölçüde güzelliğe, iyilik ve doğruluğa, yücelik ve erdemliliğe, adalet ve dürüstlüğe önem verir. Kişiliğinde ortaya çıkan bu yeni yapılanma, dine yönelişinde küçümsenemeyecek katkılarda bulunur. Bununla birlikte ahlâki olgunlaşma ile dini olgunlaşma arasında, ayrılmaz bir bağımlılık yoktur. Başka bir ifade ile ahlâk olgunluğu, din olgunluğunun ne mutlak nedeni ne de mutlak sonucudur. Ancak bu iki olgu, daha önce de ifade ettiğimiz gibi birbirini destekler, zenginleştirir ve olgunlaştırır.

2- Suçluluk ve Günahkârlık Duygusu

Ergenlik dönemi ahlâk gelişiminde etkin karakteristik duygulardan birisi şüphesiz “suçluluk ve günahkârlık” duygusudur. Her ne kadar evrensel bir karakter taşıyorsa da suçluluk duygusu, özellikle ergenlik döneminde yaşanan en yoğun duygular arasında yer alır. Ergen, içerisinde yaşadığı karmaşık durum nedeniyle ister-istemez bu duyguyla yüz yüze gelir, eziklik duyar; üzülür. Derinden hissettiği pişmanlığın etkisiyle kendine karşı öfkelenebilir; çevresine uyumu kaybedebilir.

“Gerçek benlik” ile “İdeal benlik” arasında çıkan çatışmadan kaynaklanan ya da başka bir deyişle, kişinin kendi kabulleri ile toplumun kabul ve değerleri arasındaki uyuşmazlıktan doğan suçluluk duygusu, içerisinde bulunduğu duruma bağlı olarak ergende girişimci gücü körelten; kendi ötesine aşmayı engelleyen ve  huzursuzluğu tırmandıran çeşitli tecrübeler yol açabilir.

Suçluluk duygusu, ahlâki kabullerde bir çatışmanın ya da uyuşmazlığın var olduğuna işaret ederek, doğru davranma konusunda vicdanın uyarısına aracılık eder. Böylece birey vicdanı tarafından mahkum edilmiş olur. Aşırı güç kazandığı durumlarda bu duygu, ergenin kişiliğinde önemli bozukluklara neden olabilir. Ancak, uygun ölçülerde olduğu takdirde bu duygu, bilinçlenmede, yeniden yapılanmada ve doğruya yönelmede güçlü bir motif olarak eşsiz bir hizmet de görebilir.
Suçluluk duygusuna bu açıdan yaklaştığımızda, onun sosyo-kültürel hayattaki değerini takdir edebiliriz.

Cinsellik güdüsünün yol açtığı ahlâki problemler, bencillik ve diğergamlık arasındaki çatışmalar, aşırı sorumluluk, aşırı tenkit görme ve aşırı müsamahasızlık gibi hususlar suçluluk duygusuna kaynaklık eden başlıca faktörler arasında zikredilebilir.

Suçluluk duygusu karşısında birey kendini, hem vicdanı, hem de toplum otoritesi tarafından mahkûm edilmiş hisseder. Bu çift mahkemenin huzurunda o, bunalır ve sıkıntı duyar. İçinde bulunduğu ıstırap verici durumdan kurtulmak amacıyla birey ruhunun derinliklerinde suç ve hatasını itiraf ihtiyacı duyar; durumunu telafi edecek olumlu yönelişlerde bulunur. Böylece vicdanından gelen baskıyı hafifletme ya da giderme imkanına kavuşur. İnançlı kimselerde bu baskı, toplumun ahlâkî otoritesinin yerine “ilahi mahkeme”nin varlığına inançtan kaynaklanır. Bu durumda Allah’a yönelme dolaylı olarak mevcuttur. Bu durumda dindar, işlediği suç ya da hatadan ötürü kendini, vicdanını yanında İnandığı Tanrı karşısında da mahkum edilmiş hisseder.

Günahkarlık duygusuyla ifade edilen suçluluğun bu yeni boyutunda birey, dinin emir ve yasaklarına aykırı davranmaktan doğan bir eziklik ve pişmanlık duyar. Günahkarlık duygusu, uzun süreli manevi bir yapılanmanın ürünüdür. Buna göre dini şuurdan önce gerçek anlamda bir günah şuurundan bahsetmek zordur.

Gruber’e göre ergenlik dönemi dini şüphelerin önemli nedenlerinden birisi, dönemin dini gelişiminin bir niteliği olarak ergenin Tanrı karşısında aşk ve kaygı, sevinç ve korku gibi çift yönlü duyguları birlikte yaşamasıdır. Böyle bir atmosferde ergen, Tanrıyı hem ürkütücü hem de kendine çekici gizemli bir varlık olarak algılar.

Bu tür duyguların ergen tarafından derinden hissedilmesi, onda oto kontrolün ve vicdanın ne kadar etkin olduğunun bir göstergesidir. Bu manâda ele alındığında suçluluk ve günahkârlık duygusu, makul ölçüler dahilinde ergenleri doğruya ulaştırmada önemli bir rol oynayabilir. Basit ve sırada bir suçluluk duygusundan farklı olarak günahkarlık duygusunda sadece suçu itiraf ve pişmanlık duygusu yoktur. Bunlara ilave olarak günahkarlık duygusunda, her şeyden önce günahın etkilerini gidermeye ve suçu telafiye yönelik güçlü bir arzu ve çaba söz konusudur. Diğer taraftan, dine yaklaştıran duygular arasında günahkarlık duygusunun yeri büyüktür. Gerçekte bu duyguların etkileri duruma göre olumlu veya olumsuz olmak üzere çift yönlüdür. Etkinin niteliğini, önceki yaşantılar belirleyebileceği gibi, ferdin o anda içinde bulunduğu psikolojik durumun da belirler.

Prof. Dr. Veysel UYSAL
Ayşenur SELÇUKBİRİCİK

YAZAR BİLGİSİ
Rehberlik Servisi
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.