Güvercin gerdanlığı alamuta dönüş
ERNST W. HEİNE-GÜVERCİN GERDANLIĞI ALAMUTA DÖNÜŞ
“O gece bir rüya gördü: Bir kalenin tepesinde duruyor ve aşağıda uzanan çöle bakıyordu. Uzaklarda, bir sinek kadar ufak bir nokta, kendisine doğru yaklaşıyordu. İyice yaklaştığı zaman, Orlando bunun elbiseleri rüzgârda uçuşan bir süvari olduğunu fark etti. Atın nalları yerdeki kum zerrelerini tıpkı bol sulu bir çeşme gibi göğe fışkırtıyordu. Bu, Adrian’ın ta kendisiydi. Orlando var gücüyle haykırmasına rağmen, diğeri onu duymuyordu. Adrian bir kulaç mesafeden yıldırım hızıyla uzaklaşıp gitti. Adrian’ın yüzü solgundu, hatta bir ölü kadar beyazdı. “Bekle!” diye bağırdı Orlando. “Dur! Nereye gidiyorsun?” ve uzaklardan Adrian’ın sesini duydu. Sadece tek bir kelime haykırmıştı: “ALAMUT”
Vladimir Bartol’un yazdığı “Fedailer Kalesi Alamut” kitabını uzun zaman önce okumuştum. Hasan Sabbah’ın dahice ve şeytani sistemi damağımda hoş bir tat bırakmıştı. O kitabı okuyanlar bilirler bu tadın dayanılmaz çekiciliğini. Bu çekiciliğe karşı koyamadığım için Alamut ile ilgili bir kitap daha okuma ihtiyacı hissedip Ernest W.Heine’nin “Güvercin Gerdanlığı Alamuta Dönüş” kitabının limanına demir attım. Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki bu kitap çok farklı bir bakış açısıyla ele alınmış. Uzun yıllar Arap yarım adasında yaşayan yazarın kitapta Arap kültürü ve yaşayışı ile ilgili derin analizlerde bulunması kitaba aynı zamanda bir seyahatname havası veriyor. Kitabı farklı kılan en büyük nokta da bu sanırım.
Bir “Haçlı” gözüyle ele alınan kitapta Araplar’ın yaşayış şekilleri başta olmak üzere yemekleri, misafir perverlikleri ve cinsel yaşamları gibi detayları içeren kültürel yapıları da detaylı bilgiler ve ilginç hikayeler şeklinde yer alıyor. Bin bir gece masallarını okuyanlar bu kitabın içeriğini daha iyi kavrayacaklardır. Oldukça akıcı ve kolay okunan bir kitap. Olay örgüsü iyi işlenmiş, karakterlerin tasvirleri başarılı bir şekilde yapılmış ve yazar aynı şekilde kahramanların ruh hallerini ustalıkla yansıtmış.
Yazarın ilk kitabı olmasına rağmen üslup ve aktarımda başarı çıtasını yakalamış. Ancak “Yurt Yayınları’ndan çıkan kitabın bazı bölümlerinde yazım yanlışları ve çeviriden kaynaklandığını düşündüğüm hatalar mevcut. Tarihi roman konusunda epeyce isim yapmış, bu alanın öncülerinden olan Yurt Yayınları’nın kitabı bu anlamda yeniden gözden geçirmesi ve güncellemesi yeni okuyacaklar için bulunmaz bir nimet olacaktır diye düşünüyorum.
Kitabın konusuna gelecek olursam, Dük Ludwig Der Kelheimer, günlük şehir ziyaretini(inspecto) yaparken beyaz kıyafetler içinde, elinde bir parşömenle kendisini köprüde bekleyen yabancıya yaklaştığı zaman boynunda bir bıçak darbesiyle ölür. Olay o kadar ani gelişir ki herkes donar ancak katil oradan ayrılmaz ve kılıcını çekmez. Korumalar tarafından parça parça edilene kadar kılıçtan geçirilir ve kafası bir mızrağa geçirilerek şehrin girişine asılır. Dük’ün neden öldürüldüğünü kimse anlamaz. Ancak bir süre sonra katilin bir fedai olduğu ve Hasan Sabbah tarafından gönderildiği anlaşılır. Oradan geçen iki tapınak şövalyesi mızrağın ucundaki kelleye baktıklarında telaşa kapılıp hemen Paris’e giderler. Tapınakçıların kalesine gidip mızrağın ucundaki kellenin Adrian adında bir tapınak şövalyesine ait olduğunu bildirirler. Herkes şaşkınlık içinde kalır. Nasıl olur da, Hristiyanlığın koruyucusu olan bir tapınak şövalyesi Hasan Sabbah’ın emrine girip böyle bir eylemi gerçekleştirir. Hem de kendi dininden kendi ırkından olan bir dük’e karşı… Olayın aydınlatılması için ölen tapınak şövalyesinin ikiz kardeşi olan Orlando’ya özel bir görev verilir. Orlando’nun Alamut’a gitmesi ve Adrian’ın nasıl böyle bir eyleme karıştığını araştırması istenir.
Orlando yola çıkar. İspanya’dan İran’a kadar uzanan uzun ve zahmetli yolda hem yeni kültürlerle tanışır hem de aynı zamanda kendi içine doğru bir yolculuk yapar. Geçtiği her yerde ilginç olaylar ve insanlarla karşılaşır. Yolculuğun sonuna yani Alamut’a vardığında ise asıl yolculuğun yeni başladığını sonradan fark edecektir. Alamut kalesine Adrian olarak dönen bu fedaiye herkes şüpheyle bakar. Çünkü fedailer eylemi gerçekleştirip ölümü dört gözle oldukları yerde beklerler. Onlar için ölüm, cennete, güzel gözlü ve sıcak tenli hurilere kavuşmak demektir. Ama şimdi biri ölmeden geri dönmüştür ve haliyle herkes bunun şaşkınlığını yaşar. Çeşitli testlere tabi tutulan Orlando(Adrian) hepsinden geçer ve Hasan Sabbah’ın en yakınındaki adamlardan biri olur. Bu sayede Hasan Sabbah’ın yaratmış olduğu sahte cennete ve bu cennetin insanlar üzerindeki ölümcül etkisine, devletler ve insanlar üzerinde Hasan Sabbah’ın hakimiyet kurma şekline tanık olur. Alamutta kaldığı süre içinde kardeşi Adrian’ın neden fedai olduğunu anladığında ise gerçek kimliği ortaya çıkar ve oradan kaçmak zorunda kalır. Tapınak şövalyelerinin kalesine girdiğinde Hasan Sabbah’tan kurtulduğunu düşünen Orlando’yu büyük bir sürpriz bekliyor olacaktır. Hasan Sabbah’ın keskin zekası ve ileri görüşlülüğü bir tokat gibi okuyucunun yüzüne çarpmaktadır tam da bu anda. Sürpriz, kitabı okuyanların hakkıdır diyerek gerisini kitabı okumak isteyenlere bırakıyorum.
Yazar kitabın dikkat çekmesi adına kitap sonuna ilginç bir not düşmüş. Bu not kitap çok satılsın diye mi konulmuş yoksa Arap kültüründe var olan gerçek bir söylenti mi bilinmez ama söz konusu kısmı siz değerli okurlara aktarmak istiyorum: “Dağın yaşlısı Alamut’ta otuz dört yıl yaşadı. Moğollar tarafından kuşatılan kale ele geçirildi. Hasan Sabbah aysız bir gecede kayıplara karıştı ve cesedi asla bulunmadı. İsmailî geleneklerine göre dağın yaşlısı ortadan kaybolmadan önce, bin yıl sonra tekrar gelip başladığı işi bitireceğini belirten bir mesaj bırakmıştı. Arap takvimine göre o günden nerdeyse bin yıl sonra, Şiilerin kutsal şehri Kum’da Ayetullah Humeyni dünyaya geldi…
KİTAPLA KALIN…