Herkes kendi hayatının kahramanı – V
BİR YAŞAM ALANINA DİĞER YAŞAM ALANLARINDAN ÇALMA PAHASINA
DAHA ÇOK ÖNEM VE DEĞER VERME HALİ
“HERKES KENDİ HAYATININ KAHRAMANI” ADLI KİTABIN GENİŞ ÖZET VE YORUMU-5
Ağrı kesici ilaçlarla benzer işlevi gören “erteleme” eylemi genç yetişkinlik döneminde hayatımıza giren en büyük fiillerden biri olmaktadır. “Şu iş bitsin sonra, şu ayı da atlatalım sonra, şu çocuk büyüsün sonra…” Bu kelimelerle başlayan cümleler neredeyse herkesin güne başlarken içtiği çayın yanına katık olmaya başlamıştır. Bir yandan “yapılacaklar listesi” hazırlanırken bir yandan ise aynı hızla “ertelenecekler listesi” hazırlanır.
Yapılan araştırmalar, kişilerin çoğunlukla meslek yaşantılarındaki işleri tamamlamak hatta çok daha iyisini yapmak adına özel yaşantılarındaki işleri ertelediğini göstermekte ve zaman zaman cinsiyetler arasında farklı uygulamalar olduğunu da belirtmektedir. Önemli bir toplantı ile evlilik yıldönümü veya bir derbi maçı ile bir doğumgünü aynı tarihe denk geldiğinde erkeklerde genel eğilimin toplantıya gitmek ve maçı izlemek olduğu bilinmektedir. Kadınlarda ise evlilik hattını oluşturan bağlardan biri olan duygusal bağ ağır basmakta ve evlilik yıldönümüyle doğumgünü kutlaması tercih edilmektedir. Bu noktada dikkat çeken bir diğer durum da meslek yaşantısındaki erteleme eylemlerinin gerekçelerinin erteleyen kişinin cinsiyetine göre toplum tarafından kabul görüp görmeme meselesidir. Bir iş adamı, oğlunun doğumgününe katılmak amacıyla bir toplantıya dahil olmazsa toplum bunu “ne ilgili baba” olarak yorumlarken, aynı durum bir iş kadınında söz konusu olduğunda “hem çocuk hem kariyer olur mu?” sorularını beraberinde getirmektedir. Toplumun bu denli yanlı yargılamaları de hem erkeklerin hem de kadınların her sabah kalktıklarında “ertelenecekler listesi” oluşturmasına neden olmakta ve bu listedeki maddelerin çoğu da ev hayatına yönelik olarak şekillenmektedir.
Gülcan ÖZER, “Herkes kendi hayatının kahramanı” adlı kitapta, hayatın bir alanından çalınan önemi diğer bölüme atfetme halini anlattığı bölümde çok başarılı kişilerin neden özel hayatlarında iş hayatlarına göre daha mutsuz olduklarını şu şekilde açıklar: Bu çok başarılı, bir o kadar da yorgun ve kimliğini işine transfer etmiş ahali iş hayatında başarılı olduğu kadar ev hayatında bir o kadar yetersiz olarak görülmeye başlandığında karşılıklı suçlamalar ve şikayetler art arda sıralanır; “para kazanmakla iyi baba olunmuyor” denen erkek ve “zaten çocuğu da annen/annem/bakıcı büyüttü” denen kadın karşı karşıya gelir. Hayata sahiden çok emek vermiş, hayatını ve işini ayırt etmemiş, evi de işi gibi yönetmeye hevesli olan kişiler ne zamanki iş elbisesini çıkarıp hayat elbisesini giymeye karar verir, işte o zaman dünyanın en büyük gönüllü organizasyonu olan evlilik kurumu rahatlar. İşte mükemmelliği arayan kişilerin ev ortamında “olduğu kadar” ı kabul etmesi, rasyonelliğe değil de duygulara baş rolü bırakabilmesi ve “çünkü, eğer” ile değil de “rağmen” ile başlayan cümleleri ev hayatında kurabilmesi, iş hayatında işe yarayan formüllerin evin kapısından dahi geçmemesi gerektiğini anlayabilmesiyle çiftler, birbirlerinin kalelerine gol atma mücadelesinden vazgeçer.
Ev ve işi birbirine karıştırıp işleri arap saçı haline getiren bu gruptan başka bir de “şu an işe önem veriyorum ama kendi istediğim hayata da şafak sayıyorum” diyen bir grup daha vardır. Bu grupta da yine vakitsizlikten, anlaşılamamaktan yakınanlar hayli çok olmasına rağmen iş elbisesi hayat elbisesinin yerine giyilmediği için tahammül gücü ve tolerans seviyesi daha yüksektir. Haftaiçi bir o kadar yoğun olan iş hayatı haftasonu tüm dinginliği ile kendisini bekleyen aile hayatına bırakır ve evlilik çarkları en az hasarla dönmeye devam eder.
Son yıllarda gündemi meşgul eden bir kuşak olan y kuşağının yetişkinlik dönemine girmesiyle alışılagelen bu iki grup arasında yeni bir grup oluşmuştur. İş hayatındaki mesai kavramının “haftaiçi, 08.00-17.00” olmaktan çıkması, haftasonlarının da iş günü haline gelmesi, akşam yemeklerinin ortasında ve gecenin geç vaktinde çalan telefonların yaşamın bir rutini olarak kabul edilmesi, whatsapp gruplarında her zaman ve daima çevrimiçi olunması, olunmadığında da kişinin diğerleri tarafından merak edilip aranması, iş elbisesi ile hayat elbisesi arasındaki o keskin çizginin belirginsizleşmesi gibi postmodern zamanların gündeme yeni getirdiği konular; y kuşağının “yaşamak için çalışmak veya çalışmak için yaşamak” noktaları arasında kararsız olmasına neden olmuştur.
Hayatın bir alanından çalınan önemin bir diğer alana aktarılmasıyla oluşan hasarın zaman içerinde onarılıp onarılmayacağını, yöneten olmak ile anlayan olmak durumunun her vakit aynı olmadığını, kişinin içgörü becerisinin bu noktada çok mühim olduğunu yazar okuyucuya bir kez daha anımsatırken kitabın sonunu şöyle bitirir:
bilgeleşmiş ama bilgiçleşmemiş,
“kötüden misal olmaz”ı hayat düsturu yapmış,
kederden kaçmayan ancak kederle de beslenmeyen,
koşulsuz ve kendine rağmen sevebilen,
“yanlış yaptım” la başlayan cümlelerini gururla taşıyabilen,
hayat dediğinin hepi topu zaman aşımı oyunu olduğunu çok geç olmadan fark eden
herkese aydınlık bir ömür dilerim.
Not: Kitabın geniş özeti ve yorumlanması 5 haftalık bir yazı dizisi olarak tasarlanmıştır. Bu yazı son yazıdır.
Bingül UZEL
Uzm. Psikolojik Danışman
bingul_1986@hotmail.com