İnsan ve Birkaç Damla Kan
Günümüz ruh sağlığı alanına önemli katkılar sağlamış olan Yalom, varoluşsal kaygıları dört başlık altında inceler: Ölüm, Özgürlük/Sorumluluk, Yalnızlık ve Anlam (Yalom, Varoluşçu Psikoterapi). Ancak bence asıl önemli olan bunların kaygı/endişe olarak sınıflandırılmasıdır. Şirazlı Sadi “İnsan, birkaç damla kan ve bin bir endişe.” diyor. Evet, ötesi var mı? Kaygı üzerine yazıp çizenler kaygıyı çeşitli şekilde tanımlamış olsalar da benim sözlüğümde kaygının bir tek tanımı var: kaygı, insanın bir derdinin olmasıdır. Ve evet, insanın ölümle, özgürlük/sorumlulukla, yalnızlıkla, hayatın anlamıyla ilgili bir(çok) derdi vardır! İyi ama neden? İnsan bu dünyaya kendi seçimi dışında gelir (ki buna varoluşçular ‘fırlatılmışlık’ adını veriyor) ve nitekim ölüm de onun seçimi değildir, kast ettiğim kendi hayatına son vermek değil; öyle veya böyle insanın hikâyenin sonunda öleceği gerçeğidir aksi mümkün olsa insanın ölmemeyi de seçebiliyor olması gerekir. Birçokları doğum ve ölüm dışında bu ikisinin arasında cerayan eden yaşamın da kendi seçimleri dışında meydana geldiğine inanır. Ki insanın varoluş hikayesi de burada başlar.
Doğmayı biz seçmiyoruz ve ölmeyi de. Fakat hayattayız işte, yaşıyoruz ve bu bizi bir dert sahibi yapıyor. Çünkü biliyoruz doğduysak öleceğiz de, mecbur. Bu gerçeği kabullenmek için inanç sistemleri oluşturuyor ve böylelikle ölüm kaygımızı çerçeveleyip bir saat niyetine evimizin duvarına asarak yola devam ediyoruz. Yine de bu pek kolay olmuyor. Ne zaman duracağı belli olmayan bir saatin içinde olduğumuz ve durduktan sonra da ne olacağını bilmediğimiz için canımız fena halde sıkılıyor ama biz ne yapıyoruz? Yahu bir dakika tamam, bu saat duracak ama şu anda dönüyor ve durduktan sonra ne olacağı bizim elimizde değil diyoruz. O zaman iyisi mi biz şimdi yaşadığımız zamana bakalım, onun kıymeti bilelim diyerek yaşadığımız ana odaklanıyoruz. Bu da bizim şimdi ve burada olmamızı sağlıyor. Sıra geliyor yaşadığımız olayların bütünüyle bizim dışımızda gerçekleştiği fikrine sarılarak topu başkalarının kucağına atmaktan vazgeçmeye. Tamam, bazı şeyleri biz seçmiyor olabiliriz ama hayatımız bütünüyle başkalarının kontrolünde değil; kararlar alıyor ve bedeller ödüyoruz. Seçim yapma hakkına sahibiz. O halde özgürüz ve bu bizi yaşadıklarımızın sorumlusu yapıyor. Yelkovanın, akrebin günahı yok; geçen zaman bizim ömürden gidiyor, kendi ömrümüzden. O halde aldığımız kararların, yaptığımız seçimlerin sorumluluğunu alacak ve özgürlükten kaçmayacağız.
Kendi hayatının mimarı olmak, dümene geçmek, kalemi eline almak tabirleri de buradan ileri geliyor. Tüm bunlar olurken insan bu dünyada yalnız değildir ama yalnızdır da. Yani yapayalnız bir ağaçtır koskoca bir ormanın içinde. Diğerlerinin ne yaşadığını görür, duyar, anlar ama en iyi kendi yaşadığını bilir. Yalnız kalmayı bilmeyen insanların birliktelikleri de sahtedir. Hatta bu, bedelini tamamen kendisinin ödeyeceği bir kararı kendisinin adına başkasının almasını beklemek gafletine düşmektir. Gelgelim saatimizin piline yani ‘niçin’ine: Hayatın anlamına. İnsan saatin durmamasını seçemiyor ama her ne kadar bu kendi yaşamını sonlandırmak olsa da ne zaman duracağını seçebilir. İşte hayatın anlamı burada devreye girerek insana güç veriyor, onu hayata bağlıyor, yaşamının devam etmesini sağlıyor. Birçok intihar vakasında da insanların yaşamla bağını yitirdiğini, hayatının anlamını kaybettiğini görürüz. Anlam, işte bunun için önemlidir ve hayatidir. Birçoğunuz “Ya hu bundan bize ne?” diyebilir ancak benim için hayatın anlamı, duvarlara şiirler yazmak ve bir çocuğu yüreğinden vurmaktır. Bunu bir düşünün, kim bilir belki size de iyi gelebilir.
Varoluşçuların kafa yorduğu bir diğer kavram ise: “otantik olma.” durumudur. Otantik olmak, insanın kendinin farkında olmasıdır. Kim olduğunun, neyi, niçin yaptığının bilincinde olması ve savunmalardan, gereksiz kaygılardan arınık olmasıdır. Ölümü kabul edip yaşamın sorumluluğunu alarak özgürleşmesi, yalnızlığına yaslanması ve hayatına atfettiği anlamın ardından gitmesidir; insanın kendini doğurmasıdır. Ve nihayet kendine “yol da sensin yolcu da bu yolculuk senin; kağıt da sensin kalem de bu senin hikayen, öleceğini bil ama yaşadığını da unutma” diye fısıldamasıdır. Hatta fırsatını bulabilirse haykıra da bilir, güzel de olur. Evde denemeye kalkarsanız fısıldayınız; tabiatta denerseniz yankısı sizi selamlayacaktır. Eh, biz de selamlayalım sizi, sağlıcakla kalınız.
İstanbul /2020
KAYNAKLAR
Viktor, V. E., (2013). İnsanın Anlam Arayışı.. Okuyan Us Yayın, İstanbul.
Yalom, I. D., 2011. Varoluşçu Psikoterapi (Existential Psychotherapy), Çev: Zeliha İyidoğan Babayiğit. Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Yazı başlığında kullanılan resim şu sayfadan alınmıştır: https://fihristkitap.com/varolus-ve-oz-varolusculuk-ve-modern-gerceklik/