Kum Kitabı – Jorge Luis Borges
Jorge Luis Borges’in çağımız insanın ruh ve zihin sağlığı için öğretici hikayesi: KUM KİTABI
“Kitabın adının Kum Kitabı olduğunu söyledi, çünkü bu kitabın da, kumun da, ne başı var ne sonu.” Jorge Luis BORGES
İtalyan gazeteci Giovanni Pappini’ nin ünlü insanlarla yaptığı hayali sohbetlerini konu edinen ve bu insanların düşünceleriyle ilgili zihin açıcı nitelikte olan GOG isimli kitabında, Sigmund Freud’ la ilgili başlıkta; dönemi için devrimsel bir nitelik taşıyan ve sonrasının sanatını, ruh sağlığı disiplinini kökten etkileyen psikanalizin yoktan -bir anda- ortaya çıkmadığını bilakis, aslında dönemin edebiyat ve sanat akımlarıyla ilgili olduğu anlatılır. Başka bir deyişle o dönemin baskın edebiyat ve sanat akımlarının psikanalize giden yolu açtığı anlatılır. Freud’un, “nereye gittimse oraya benden önce bir şairin uğradığını gördüm” sözü belki de bu yazıya gizirgah, G. Pappini için de bir ilham kaynağıydı. Günümüz zihin ve ruh sağlığı için bu yazıya mevzu ettiğimiz Borges bizden yıllar önce yaşamış olmasına rağmen sanatı bu çağda hala amil. Borges’in hikâyesine gelmeden önce günümüz ruh ve zihin sağlığı açısından önemli ve herkeste ortak paydayı oluşturan akıllı telefon ve teknolojiyi kullanma alışkanlıklarımıza bakmanın, resmi netleştirmek açısından yararlı olacağını düşünüyorum.
Yapılan araştırmalara göre sabah uyanınca yapılan ilk rutin, ekseri insan için akıllı telefonuna bakmak şeklinde oluyor. Yine yatmadan önceki rutinle ilgili Business İnsider’ da yayınlanan bir makalede uyumadan önce insanların en az yarım saat önce ekrandan uzaklaşması gerektiğini aksi halde, uyanılan günde insanın dikkatinin zayıf ve yorgun olacağından bahsediliyordu. “İnsanlar” dan yazarken ve okurken yabancı gibi bahsetsek de bizler de aslında teknolojiyle kurduğumuz ilişkiyle ekserin içindeyiz; az ya da çok. Yardım ettiğimiz insanlara iyileşme sağlamanın bir kal işinden çok hal işi olduğunu bilmek, ekserin itiyadından uzaklaşabilmemiz için önemli bir motivasyon kaynağı.
Teknolojiyi kullanma alışkanlığımızda araştırmalara konu olan zorluk ve yanlış kullanım sadece sabah ve aksam yatmadan önceyle sınırlı kalsaydı ruh ve zihin sağlımız için bu kadar belirleyici olmazdı. Akıllı telefon ve teknoloji kullanımının ruh sağlığımızı asıl zorlayan yönünü özetleyen iki kelime her halde hız ve bilgi çokluğu oldurdu. Bunu hepimiz az çok tahmin edebiliriz fakat daha çarpıcı olanı o hıza ve akışkanlığa bağımlı hale gelmemiz. Daha açık ifadeyle hiçbir neden olmaksızın, mesela market kuyruğunda telefonu elimize alıp bildirimleri sosyal medya hesabımızı kontrol etme bağımlılığı. Yeni bir şey olmadığını görmemize rağmen ve bildirim gelmemesine rağmen yeniden telefonu elimize alıp kontrol etmemiz, işte bu duruma uyaran bağımlılığı deniyor. Hız ve bilgi çokluğu sadece kendileriyle sınırlı değil, kullandığımız cihazlar bizim zihnimizi çok amaçlı ve birden çok işi biranda yaparak kullanmamızı istiyor. Sadece hızla gelen çok bilgiye maruz kalmak değil, ayrıca bunları işlemek de teknolojisinin bedenin potansiyeliyle çatışan dayatması.
Beynin bu zor işleri aynı yapmaya çalışmasına multitasking (çoklu görev) deniyor. Bilgisayarda çokça sekmeyi aynı anda açıp hepsine sırayla uğrayarak hepsini birden halletmeye çalışmak, bilgisayarı yorarken bu bilgi akışı beynimizi nasıl etkiliyor? Bu konuda yapılan araştırmalar tahmin ettiğiniz üzere beynimizi olumsuz etkiliyor. Çünkü beynimiz bu derecede yoğun bilgiyi sosyal medyanın işleyiş hızında kavraması ve tepki vermesi imkansız, ancak hep imkansıza; sosyal medyayı sıkça ve bağımlılık derecesinde kullanarak beynimizi buna maruz bırakmak belli zaman sonra muhakeme becerimizi, odaklanma becerimizi zayıflatıyor. Beynimizi enkaza çeviriyor. Bu konuda Stanford Üniversitesinden Clifford Nass’ a kulak verebiliriz. Çoğu anlamsız ve işimize yaramayan bilgiyi işlemeye çalışmak hayata atfettiğimiz ve varoluşumuza yönelttiğimiz neden? sorusunun cevabı olan anlamımızın altını oyuyor. Hayatı anlamlı, dingin ve huzurlu hale getiren akışımıza sekte vererek hayatlarımızı derinleşmeden yoksun ve anlamsız bilgiler temel besini haline gelmiş beyinle yaşamağa mecbur hale getiriyor.
Borges’ in Kum Kitabı hikayesi betimlemeye çalıştığımız ahvalin tam burasında aklımıza gelmeli diye düşünüyorum. Kum Kitabı, Bir gece çat kapı evine gelen bir satıcının kendisine sunduğu ve adının Kum Kitabı olduğunu söylediği, ne başı ne de sonu olan bu kitabı anlatan fantastik öykü; kitabın da son öyküsüdür. Kitaba adını vermesinden de anlaşılacağı üzere en ilginç ve hayranlık uyandıran öykü de budur. Hikayede geçen Kum Kitabı her sayfası farklı ve baktığınız sayfayı yeniden bulmaya çalıştığınızda yerine başka sayfa gelen, hiçbir zaman başı ve sonu olmayan bilgi hazinesi. Tıpkı günümüzdeki akıllı teknolojiler ve en bariz iktizası sosyal medya gibi. Konumuzu daha iyi anlamak için kitaptan kısa bir bölüm okuyalım şimdi.
“……mürekkep kalemiyle beceriksizce dizilmiş bir çapa resmi vardı.
İşte o zaman yabancı bana:
“İyi bakın, bir daha asla göremeyeceksiniz,” dedi.
Bu noktayı işaretleyip kitabı kapattım. Hemen yeniden açtım ve boşuna çapa resmini aradım sayfa sayfa. Şaşkınlığımı gizlemek amacıyla:
“Kutsal Kitap’ın Hindu dilinde bir varyantı, değil mi, ” diye sordum.
“Hayır!” diye yanıtladı.
Sonra bir sır vermek istermişçesine sesini alçaltıp:
“Bu cildi,” dedi, bir ova kasabasında bir avuç rupi ve bir İncil karşılığında aldım. Sahibi okuma bilmiyordu. Kitapların Kitapları’ nı muska zannediyordu. En alt kasttan biriydi; hastalığa bulaşmadan, gölgesinde yürümek bile olası değildi. Kitabın adının Kum Kitabı olduğunu söyledi, çünkü bu kitabın da, kumun da, ne başı var ne sonu.
Benden ilk sayfayı aramamı istedi.
Sol elimi kapağın üzerine koydum ve başparmağım işaret parmağıma bitişik kitabı açtım. Kendimi boş yere zorluyordum: Kapakla başparmağım arasında her zaman birkaç yaprak kalıyordu. Kitaptan fışkırıyormuş gibiydiler.
“Şimdi sonuncuyu arayın.”
Denemelerim yeniden başarısızlığa uğradı. “
Borges’ in öyküsü sonuna kadar esrarıyla devam eder. Kitabı satıcıdan alan kitabımızın karakteri günümüzün tabiriyle kitabın bağımlısı olur. Tüm zamanlarını, uykusunu arkadaşlıklarını ve sağlığını feda ederek kitaptan fışkıran her şeye bakarak inceleyerek sarf eder. Sosyal medyanın ve akıllı teknolojilerin yanlış kullanımı sonucu, gerçeklik algımızın bozuluşu ve gerçek ilişkileri unutuşumuz hikayede ustaca ele alınmış. Yine Borges’ in ifadesiyle:
“Hâzinemi kimseye göstermedim. Sahip olmanın mutluluğuna çalınması korkusu ve gerçekten sonsuz olup olmadığı kuşkusu eklendi. Bu iki kaygı eski ürkekliğimi artırdı. Birkaç dostum daha vardı; onları görmekten vazgeçtim. Kitabın tutsağı oldum, dışarıya neredeyse hiç çıkmamaya başladım. Büyüteçle yıpranmış kapağı ve sırtını inceledikten sonra herhangi bir hile olasılığı kalmamıştı. Küçük resimlerin iki bin sayfa arayla ortaya çıktığını saptadım. Hepsini alfabetik liste halinde, doldurmakta gecikmediğim bir deftere yazdım. Bir resim yalnızca bir kez kullanılmıştı, hiç tekrar etmiyordu. Geceleri, uykusuzluğumun izin verdiği kısa aralıklarda, düşümde kitabı gördüm. Kitabın korkunç olduğunu anladığımda, yaz gelip geçmişti. Gözlerimle onu gören, parmaklarımla, ellerimle ona dokunan benim de korkunç olduğumu kabullenmenin ne yararı olabilirdi? Kitabın bir karabasan nesnesi, gerçeği lekeleyen ve bozan, utanmaz bir şey olduğunu hissettim. Ateşi düşündüm, ama sonsuz bir kitabın yakılmasının da sonsuz olmasından ve yeryüzünü dumanıyla boğabilmesinden ürktüm. Bir yaprağı gizlemek için en iyi yerin orman olduğunu bir yerde okuduğumu anımsadım. Emekli olmadan önce, dokuz yüz bin kitabı içeren Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nde çalışıyordum; giriş kapısının sağında sarmal bir merdivenin, dergi ve haritaların saklandığı bodrum katına indiğini biliyorum. Kum Kitabim nemli raflardan birinde unutmak için, görevlilerin bir dikkatsizliğinden yararlandım. Koyduğum yüksekliğe ve kapıdan uzaklığına bakmamaya çalıştım. Artık biraz yatıştım, ama Mexico caddesinden geçmek bile istemiyorum.”
Kitabı okurken bugün öğrencilerimize anlatmaya çalıştığımız ve üzerine onlarca araştırma bulunan multitasking, akıllı teknolojiler ve sosyal medyanın olumsuz etkilerinin, yıllar önce bir eserde bu kadar ustaca ele alınmış olması Freud’ un yazının başında geçen sözünün ete kemiğe bürümüş hali gibi.
Günümüzde hepimiz kum kitaplarının tutsağı olmuş durumdayız, az ya da çok. Bizler Borges gibi kitabı bıraktığı kütüphanenin caddesinden bile geçmeyi düşünmeyecek raddede günümüzün kum kitaplarından azade olamayacağız belki ama; en azından tutsağı olmadan, ruh ve zihin sağlığımızı koruyarak bir kullanım alışkanlığı kazanabiliriz. Çünkü, her hareketimizde hayatımıza atfettiğimiz anlamın karinesini görebilmek ancak berrak bir zihin ve yalnızca ehem olana adadığımız bir ruhla mümkün olacak. Bu yazıda istitrat kabilinden olacak şekilde sureten değindiğimiz; günümüz kum kitaplarının olumsuz etkileri ve doğru kullanım alışkanlıklarıyla ilgili yapılan bilimsel araştırmalar başka bir yazının konusu olabilecek kadar çok ve yoğun. Hepimizin tutsağı olmadan akıllıca kullandığımız teknolojinin ümidiyle…