Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
Bugün sizler ile birlikte Türk Edebiyatının son zamanlarda sıklıkla duyulan, birçoğumuz tarafından okunan, bilinen yazarı Sabahattin Ali ve onun Kürk Mantolu Madonna eserini incelemek istiyorum.
Bugüne kadar eskiye dönük edebiyat eserleri okumuş olmama rağmen, Sabahattin Ali ve kalemi ile hiç tanışmadığımı söylemek ve hatta bu konuda da biraz ön yargılı olduğumu da itiraf etmek isterim. Bir okur olarak ön yargılı olmayalım, yapmayalım, etmeyelim diyoruz, ama kendimizi gene bu gibi bir davranıştan alıkoyamıyoruz. Bu kitap, öncelikle bana ne kadar da ön yargılı olduğumu ve bunun aslında ne kadar da yanlış olduğunu bir kere daha öğretti diyebilirim. Kendisinin kalemi, yazım dili, kitaba dair kendine has kurgusu, bana öğrettiği yeni ve bilmediğim kelimeleri o kadar hoşuma gitti ki, bugüne kadar nasıl olur da böylesi bir eseri okumadığımı şahsen sorgular oldum. Bakalım kitabın bana vermiş olduğu bu hissi ne kadar kollayabilir ve sonrasında da gene o duygulara kapılıp, ön yargılarıma yenik düşerim merak ediyorum doğrusu. Neyse, girişi çok uzatmadan ben asıl konuya, konumuz olan Madonna’ya döneyim. :))
Yapmış olduğum kısa inceleme sonrasında, kendisinin bu eserini kaleme almadan önce, romanını bir seri halinde 1940-1943 yılları arasında çalışmakta olduğu Hakikat gazetesinde yayımladığını öğrendim. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez askerlik yaptığı Büyükdere’de çadırda yazmış ve günü gününe gazeteye yetiştirmeye çalışmıştır. Romanı yazdığı günlerde attan düşüp sağ kol bileği çatlayınca, kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiştir. (Kaynak: Turgut Özakman, Cumhuriyet, Bilgi Yayınevi, 81. Basım, 2013, Önsöz, s. 9)
“Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?” s.124.
Gerçekten severek okuduğum romanımızın asıl başkahramanları Maria Puder ve Raif Efendi’dir. Raif Efendi’nin karakterinin, kişiliğinin, hislerinin benim gibi birçok okura tercüman olduğuna da eminim. Sen, sen hangi duygular ile yazıldın ve seni hayalinde canlandırırken ne tür bir ruh hali içerisindeydi sana kalemi ile can veren yazar?! Bir insan ve onun yaşadığı hayat (hayat demeye bin şahit ister) bu kadar mı dokunaklı ele alınır?! Ne kadar naif bir insandın sen Raif Efendi… İçine kapanıklığı, melankolik halleri ve yaşadığı dış dünyaya her ne olursa olsun uyum sağlayabilmiş birisidir Raif Efendi. Bir nevi alınyazısı gibi düşündüğü hayatı boyunca yaşadığı sıkıntılara boyun eğmek zorunda kalmış, gündelik hayatta uğradığı tüm haksızlıklara bile karşı mukavemet edememiştir. En nihayetinde sevmediği bir kadınla hayatını birleştirmiş ve bir aile babası olmuştur.
“Çocuklarım oldu… Onları sevdim, fakat hayatta kaybetmiş olduğum şeyi bana asla veremeyeceklerini bile bile…” s.148.
Hayatın kendisine biçtiği rolü oynarken bile kendi hayatına asla yön vermemiş, hep etrafında olan başka insanların görmek istediği bir karakter olarak yaşamını sürdürmek zorunda kalmıştır. Şu koskoca hayatında yaşayabildiği ve gerçekten hissettiği bir tek anısı olmuştur ve bu unutulmaz olan anısını kişisel not defterine aktarmıştır. Havran’da başlayarak, kendisini İstanbul’a sürükleyen bir hayatın içerisinde bulmuştur.
Hayatımın başka türlü olmasına imkân var mıydı? S.159
İstanbul’da kaldığı süre zarfında okumaya ve güzel sanatlara merakı uyansa da, içinde besleyip büyüttüğü hayali karakterleri onu bu süre zarfında hiç yalnız bırakmamışlardır. Bir gün tekrar memleketine geri dönmek için karar kıldığında, babasından almış olduğu son bir haber ile Almanya’ya, her daim hayallerinde canlandırdığı Avrupa’ya gitme fırsatı hiç beklenmedik bir anda kapısını çalmıştır.
Berlin’de, geçirdiği zaman içerisinde sanata olan ilgisi daha da artar ve günlerden bir gün, ilginç bir hissiyat ile bir gazetede dikkatini çeken sanat galerisinde bulur kendisini. Bu sanat galerisinde bulunan tabloları incelerken, hiç tanımadığı bir sanatçının otoportresi dikkatini çeker ve tarif edilmez duygular içerisinde kalarak bu kadına kalbi meyleder. Daha evvel hep hayalinde canlandırdığı kadınındır bu ve tarifi mümkün olmayan duygular içerisindedir. Kendisini bu güzel tabloya o kadar kaptırmıştır ki, her fırsat bulduğunda bu güzelliği görmeye gider. Rutin hale getirdiği böylesi günlerden birinde, yine tabloyu seyrederken yanına bir kadın sokulur. Kadın, Raif’in tabloya karşı olan ilgisi ve bağımlılığının farkına varmıştır ve kendisi ile iletişime geçmek ister. Raif Efendi ise kadının kendisiyle alay eden kalburüstü, sosyetik birisi olduğu düşüncesindedir ve üstü kapalı kaçamak cevaplar ile sualleri geçiştirir. Ama bunun böyle olmadığını kısa zaman sonra tecrübe edecektir ve kendisini mutlu kılacak o günler artık eskisinden daha da yakındır Raif Efendiye.
“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim.” s.159.
Maria Puder, Raif Efendi’ye göre daha baskın bir karakter yapısı sergilemektedir. Tüm görüşme ve gündelik buluşmalarında kendisinin ne kadar özgür ruhlu yetiştiğini, her daim canının istediğini yaptığını anlatır. Raif Efendi’ye onu çok naif bulduğunu ifade eder. Ortak düşünce yapısında olan bu iki insan, hayata dair bu bakış açılarından ve örtüşen düşüncelerinden, beklentilerinden ötürü birbirlerini tamamlarlar ve aralarında güzel bir arkadaşlık başlar. Tutkun olduğu bu kadına ne kadar âşık olsa ve onu çok sevse de, Raif Efendi Maria’nın kendisine karşı olan hislerinden asla emin olamaz. Fakat asla ona karşı kırıcı olmamak için Maria’nın her isteğini özveri ile yapma, yerine getirme çabasındadır.
“Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?” s.72.
Her ikisi için rüya niteliğinde geçen bu güzel günleri bekleyen kötü bir gün vardır ve o gün artık gelmiştir. Bir gün, hiç beklenmedik bir şekilde Raif Efendi, babasının vefatını haber alır. Durum icabı mecburen Havran’a tekrar geri dönme kararı alır ve sevdiği kadın Maria ile mektuplaşarak iletişimde kalmaya devam edecektir. İlk zamanlar düzenli devam eden mektuplar bir gün hiç beklenmedik bir şekilde kesilir ve artık Maria’dan haber alamamaktadır. İşte bundan sonrası Raif Efendi için çekilmez, kasvetli günlerin ve eskisinden de kötü geçecek olan günlerin başlangıcı olur.
“Aile yükü arttıkça benim hayatla alakam azalıyor, artması icap eden gayretim büsbütün yok oluyordu.” s.148.
Aradan geçen on yıl sonra Raif Efendi, bir gün gene kendisine mecbur edilen bir alışveriş dönüşü tesadüf eseri Bayan Döpke ile Ankara sokaklarında karşılaşır. Bir ümit çırpınırken, aldığı iki haber ile dünyası büsbütün sarsılır ve derin ruh haline bürünür.
“Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı…” s.160.
İşte tam ölüm döşeğinde, hasta hali ile son günlerini yaşarken, okuduğumuz bu acıklı trajediyi son zamanlarında kendisini sıklıkla ziyaret eden iş arkadaşının okuduğu özel not defterinden hep birlikte öğreniriz.
Şimdiden keyifli okumalar dilerim arkadaşlar.
Bir sonraki kitap yorumu ve değerlendirmesin de görüşmek dileğiyle. Esen kalınız!