Okumayı sevdirmenin alternatif yolları
OKUMAYI SEVDİRMENİN ALTERNATİF YOLLARI
“Çocuğum okumuyor.”,
“İstediği her şeyi alıyorum, okumuyor.”,
“Önüne kitap yığıyorum, okumuyor.”,
“Öğretmeni ödev verdi, dün gece üç sayfa zor okudu.”,
“Kitap okumayı sevmiyor, aklı fikri tablette.”,
“Kitap okuma dedin mi hemen sıkılıyor, uykusu geliyor. Çizgi film izleyelim desem gözleri far gibi açılıyor.”
Belki de ilkokuldan bu yana Rehberlik Servisi olarak en çok duyduğumuz ve duymaya devam edeceğimiz problemlerden biri bu: Çocuklar genel olarak okumayı sevmiyorlar. Okurken sıkılıyorlar. Okuduklarını anlamıyorlar. Okuduklarını hatırlamıyorlar.
Okumayı sevmemek çocuklarda pek çok diğer sorunu da beraberinde getiriyor. Okumayı sevmeyen çocuk çoğunlukla ödev yapmayı da sevmiyor. Ders çalışmayı da sevmiyor. Ders işlemeyi de sevmiyor. İki satır yazı gördüklerinde gözleri korkuyor, arkalı önlü bir yaprak ödev verilse beş saatte bitiremiyor ve bu ödevi çok buluyorlar, yaş fark etmiyor. Okuduklarını anlamadıkları için en basit matematik sorularını çözemiyorlar.
Hâlbuki yazıya bu kadar muhtaç başka bir sektörün daha olmadığı camiamızda okumayı bilmek kadar okumayı sevmek de önemli bir koşul, okumayı sevmeyen çocuk eğitim hayatına 10 – 0 yenik başlıyor desek yanılmış olmayız.
Üstelik gelişen teknoloji ve gelişen teknolojiye erişim imkânının artışı da çocukların çok erken yaşlarda ani, hızlı, farklı değişkenlere çok kısa sürede maruz kalmasına olanak sağladığından çocuklar yerlerinde sabit duran, rengi, boyutu falan değişmeyen, resmi olmayan yazıları okumak istemiyor. Çünkü çocuklar hayal etmek yerine başkalarının hayal güçlerinin ürünlerini seyretmeye alışmış haldeler, zihinleri gitgide daha da tembelleşiyor.
Zihindeki tembelleşme müfredata da yansıyor, gün geçtikçe “öğrenci merkezli eğitim.”, “bireysel farklılıklara saygı” adı altında okul müfredatları daha da kuşa çevriliyor. Yeter ki çocuklar zorlanmasın, kendilerini iyi hissetsin, çabalamak zorunda kalmasın. Şu an aramda en az on yaş fark olan çocukların olduğu bir ilkokul psikolojik danışmanı olarak çocukların kitaplarını, sınavlarını, ödevlerini gördükçe hayret ediyor ve kendime şu soruyu sormadan edemiyorum: “Biz mi çok zekiydik yoksa bu çocuklar mı çok aptal?”.
İçerik o kadar az, o kadar hafif ki çocuklar okulda tam olarak ne öğreniyor anlamak mümkün değil. Üstelik bu kadar basitleştirilmiş müfredat bile çocuklara zor geliyor, öğrenmek, çabalamak, çalışmak istemiyorlar. Konular arasında bağlantı kurmuyor, kurmak istemiyorlar. Öğretmenin her dediğine “Tamam.” diyor, sorgulamıyorlar. Hazır bilgiye, materyale alışmış durumdalar. Bir yapraklık, 25 puntoyla yazılan ödev dahi oldukça fazla geliyor, çok basit bir sınavı kontrol etmeye bile eriniyorlar.
Bütün bu artan problemlerin altında aslında insanımızın yazıya, edebiyata, bilime olan yabancılığı ve dahi düşmanlığı yatıyor diye düşünüyorum. Televizyonlarımızda bile altyazılarımız devasa puntolarla yazılıyor. Haberler olabildiğince kısa ve öz yazılıyor, manşetler ilgi çekici değilse o yazı zaten okunmuyor, gazeteler gün geçtikçe yazıdan çok resme boğulan neşriyatlara dönüşüyorlar. İnsanımız okumak, kelimelerle haşır neşir olmak istemiyor. Sıkılıyor, zor geliyor. Okumamak için tonla bahanesi var “Akşam eve yorgun geliyorum, zaman bulamıyorum, bunalımdayım, bebeğim var, hastam var, kafa dağıtmak istiyorum…” saymakla bitmiyor bahaneleri. Hiç kimsenin iki satır okumaya vakti yok. Bir şiir, kısa bir öykü, belki kısa bir roman, en kötü bir karikatür dergisi, çizgi roman, gazete, dergi, bulmaca. Yok, vaktimiz yok. Beynimiz yok. Halimiz yok.
Televizyonda her akşam üç saat izlenilen dizilere bakıyorum, bir tane kitap okuyan karakter yok. Konaklar, yalılar, köşkler gırla ama koca koca evlerde bir raf kitaplık yok. Holding patronuyum diye gezen zengin adamlar en basitinden bir ekonomi dergisi bile okurken görünmüyor. Gençlerle ilgili dizilerde sözde gençler üniversiteye hazırlanıyor, ellerine bir tane test kitabı almadan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanıyorlar. Hiçbir vasfı olmayan, hiçbir iş deneyimi olmayan 25 – 30 yaş arası kadın karakterlerin sırf biraz eli yüzü düzgün, manken gibi bir vücudu var diye holding patronunun asistanı ve dahi karısı olabildiği dizilerle çevrili etrafımız. Bütün karakterler aforizma kasıyor, hepsi çok biliyor sorsan, ama ne ellerinde ne arka planda bir kitap görüyoruz.
Her akşam her kesimden insanı maruz bıraktığımız televizyon dizileriyle resmen topluma kısa yoldan, okumadan, çabalamadan, emek harcamadan statü atlama hayalleri kurdurtmaya çalışıyoruz. “Bak sen de biraz eline yüzüne giyimine dikkat edersen sen de zengin koca bulabilirsin.”, “Bak böyle serseri takılmaya devam edip sağa sola racon kesersen sen de dev holding patronlarıyla aşık atacak duruma gelebilirsin.”.
Sonra da her akşam ebeveyniyle bu yapımlara maruz kalan, ebeveyninin elinde bir kere olsun kitap görmemiş çocukları “Okumuyor, sıkılıyor.” diye suçluyoruz, ama hiç kendimize dönüp bakmıyoruz bile. Çünkü biz kitap okumayı ilkokuldan liseye kadar arada öğretmen ödev verdiğinde yerine getirilmesi gereken bir görev olarak görüyor, liseden sonra tek kitap açmıyor ve hatta kitap okumamakla övünebiliyoruz. Öğretmenler sırf bize eziyet olsun diye kitap okuma ödevi, kitap özeti çıkarma ödevi veriyor gibi düşünüyoruz. Öğretmen kitap aldırmasa evimize yazılı bir materyal sokmak için en ufak çaba göstermiyor, test kitabı dışında eve kitap sokmuyoruz. Okuyan insanı beğenmiyor, “Entel, inek, ukala…” diye etiketleyerek onunla alay ediyoruz.
Bunları kabul etmek gerekiyor önce. Zira çocuk her konuda olduğu gibi bu konuda da ailesini ve çevresini örnek alıyor. Öncelikle ebeveyn, akraba, kardeş, eğitimci, esnaf, mahalle sakini, sade vatandaş, yönetici, doktor, avukat, mühendis… olarak kendimize şunları sormamız gerek. Çocukları bu kadar suçlar ve yargılarken biz ne kadar okuyoruz, biz okumaya ve okuyan insana nasıl bir bakış açısı geliştiriyoruz, okumayı seviyorsak ne tür kitaplar okuyoruz, okuduklarımızın kendimizi gerçekleştirmemiz, bir şeyler öğrenmemiz ve genel kültürümüz açısından bize katkısı ne, ne kadar… Çocuğumuzla aynı ortamdayken kitap okuyor muyuz yoksa sürekli bahaneler uydurup geçiştiriyor muyuz? Çocuğumuz bizi elimizde kitapla mı yoksa telefon tabletle mi daha çok görüyor? Televizyona ne kadar zaman ayırıyoruz, ayırdığımız bu zaman gerçekten gerekli mi, gerçekçi mi, faydalı mı? Çocuklarımızdan beklediğimizi biz kendimiz gerçekleştiriyor muyuz? Bir şey okumaya başladığımızda tüm dikkatimizi verip okuyabiliyor muyuz yoksa üçüncü satırda sıkılıp kelime atlaya atlaya yarıda mı bırakıyoruz?
“Sen öğrencisin, okuman lazım.” diyerek okuma sevgisi aşılanmaz, kendimiz elimize bir sayfa kitap almazken çocuğun önüne kitap yığarak okuma sevgisi kazandırılmaz. “Oku, oku…” diye zorlayıp kendimiz her akşam Survivor’ın, üç saatlik dizilerin başına geçiyorsak çocuk kitabı da okumayı da sevmez.
Öncelikle ebeveynler olarak şunu anlamalısınız ki kitap okuma ‘ödev’ değildir, öğretmenin çocuğa kitap okuma için fırsat yaratma çabası ve kitabı, okumayı sevdirmeye çalışmasıdır. Öğrencisinin okuduğu kitabın öğretmene en ufak faydası yoktur, öğretmenin kitap okuma, kitap özeti çıkarma ödevi verdiğinde amacı size ve çocuğunuza eziyet etmek değil; çocuğun okuma becerilerini geliştirmek, okumayı sevmesini sağlamak, kitapla baş başa kalabilmesi için fırsat yaratmak, okuduğunu anlaması ve yorumlaması için olanak tanımaktır.
Bu yanlış algınızı kırdığınızda aslında bu konuda tek sorumluluğun öğretmenin verdiği ödevde olmadığını da anlamanız gerekiyor. Kitap sadece okulda ya da okul için etkileşime geçilen bir nesne değildir. Okumak bir yaşam tarzıdır, insan kalitesini arttıran çok önemli bir yöntemdir, çocuğun hayata dair bilgi ve becerilerini, yerli ve yabancı kültür ve tarihi edinmesinde, mesleğe hazırlığında anahtar rolü üstlenir. Böyle bir alışkanlığın kazandırılmasında ilk iş ebeveynin çocuğa örnek olması ve onu motive edebilmesinde geçer.
Kitap okuma ödevi, kitap özeti çıkarma ödevi vermek, çocuğa çeşitli kitaplar almak okuma sevgisini geliştirmede önemli bir yoldur. Fakat bence tek yol değildir ve genelde okumayı sevmeyen çocuklarda bu yöntem oldukça başarısız sonuçlanır. Öncelikle başta eğitimciler olarak şunu anlamalıyız ki okuma sevgisi ve kitap sevgisi kavramları oldukça iç içe geçmiş, çoğu zaman ayırt edilemez hale gelmiş olsa da okuma sevgisi kazanmanın tek yolu kitap okutmaktan geçmez. Bu yola sürekli takılıp kalmak çocukta sıkılma ve başarısızlık hissini daha da arttırıp çocuğu okumaya ve kitaplara düşman edebilecek bir hatadır ve ebeveynler sürekli bu hataya düşmektedir. O nedenle bu haftaki yazımda uzun bir girizgâhtan sonra okumayı sevdirmek için başvurabileceğiniz alternatif yöntemlerden söz edeceğim.
- Anne karnından itibaren okumaya başlayın: Bebeğiniz anne rahminde bir ceninken bile gerek sesli gerekse sessiz okuyun. Bebeğinizin edebi eserlerdeki kelime dizilimlerinin ve cümle yapılarının ses tonlarını daha anne karnındayken duymasına imkân tanıyın. Ayrıca okumanın vücudu yatıştırdığını, sakinleştirdiğini ve dolayısıyla bebeği de sakinleştireceğini aklınızdan çıkarmayın.
“Küçüktür anlamaz.” demeyin, daha ilk yaşlarından itibaren yaşına uygun eğitsel kitaplar ve masallar alın. Yazı olmasına gerek yok, kitap formatında sadece resimlerin olması bile çocuğun daha ilk aylarda kitaba olan aşinalığını arttıracak bir yöntemdir. Konuşamasa bile şekilleri, kavramları, hayvan, bitki ve nesne isimlerini, harfleri, sayıları gösteren mini kitaplarla çocuğun baş başa kalmasını sağlayın.
- Okumakla kalmayın, okuduklarınızla etkileşime geçin: Konuşmaya başladıktan itibaren özellikle üç dört yaşları civarında resimli kitaplarda çocuğun kendi öyküsünü oluşturmasını sağlayın. Çocuğun yazıları okumadan sadece resimleri görerek hikâye uydurması, sebep sonuç ilişkisi geliştirmesi ve konular arası bağlantı kurabilmesi açısından önemlidir. Hatta kendi çizdiği resimlerle mini bir kitap yapmasını dahi sağlayabilirsiniz.
Yatak başında okuduğunuz öyküleri heyecanlı bir kısmında bırakıp sonra ne olacağına dair tahminler yürütmesini isteyin. Okuduğunuz kitaplardaki olay, zaman, mekân ve karakterler üzerine konuşun. Neleri değiştirmek isteyeceği, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığı hakkında düşünmesini isteyin. Hatta beğendiği hikâyeleri evde tiyatrolaştırabilirsiniz, beş on dakikalık kısa skeçler halinde kitabı canlandırabilirsiniz.
- Seçici davranın, araştırın, çocuğun tercih etmesini sağlayın: Öncelikle piyasada bulunan ve çocuklar için yazıldığını iddia eden her kitabın çocuğunuza uygun olduğunu düşünmekten kaçının. Yayınevlerini, yazarları ve yeterliklerini, kitapların içeriğini ve yaşa uygunluğunu muhakkak araştırın. Okulda öğretmenin seçtiği okuma kitaplarını sorgusuz sualsiz satın almayın, içerik araştırması yapın.
Yine bol mesaj kaygılı, aşırı didaktik kitapların çocuklar için sıkıcı olabileceğini ve hayal güçlerini beslemektense okumaya düşmanlık geliştirmelerine sebep olabileceğini unutmayın. Bunun yerine çocuğunuzun meraklanmasını, eğlenmesini sağlayacak, alternatif bakış açıları üretmesine yardımcı olacak kitaplar seçmeye özen gösterin.
Ayrıca kitap alışverişlerine mümkün mertebe çocuğunuzla birlikte gidin. Çocuğa kitap almaktansa alternatif sunun, kitapların konuları hakkında çocuğu bilgilendirip seçmesine olanak tanıyın. Çocuğunuzun kitaplar arasında dolaşması, seçmesi, görmesi için fırsat yaratın. Gittiğiniz bir yerel markette alışverişinizin son dakikalarında “Hadi kitap reyonuna da bir bakalım.” deyip yarım yamalak kitap bakıp almaktansa özellikle kitapçıya, sahafa gideceğiniz etkinlikler düzenleyin.
- Kitapla sınırlı kalmayın, alternatif yazılı materyallere başvurun: Okumayı sevdirmenin en önemli koşullarından biri çocuğun konuya ilgi duyması ve eğlenebilmesidir. Kitaplara takılı kalmayın, çocuğun sevebileceği, ilgisini çekebilecek yaşına uygun dergiler, genel kültür seviyesini arttıracak, bilimsel merakını doyuracak yaşına uygun kitap ve ansiklopediler, çözmekten zevk alacağı bilmece, bulmaca ve fıkralar, sevdiği karakterlerin olduğu çizgi romanlar, yaşına uygun karikatür dergileri de çocuğun okumayı sevmesinde çoğunlukla atlanan ama belki de en önemli yöntemlerden biridir.
Okumaya başladıktan itibaren çocuğun en çok ilgisini çeken konularla ilgili dergilerle (Araba, tren, motosiklet, spor, dans, müzik, uzay, hayvanlar, tekstil, moda, yemek, oyuncak, çizgi film) tanışmasını, yaşına uygun bilim ve kültür dergilerinden haberdar olmasını sağlayın. Yapabiliyorsanız ayda en az bir dergiye abone olması ya da ayda en az bir dergiyi takip etmesi için onu motive edin. Kendisini yazıyla ifade etmeye başladığı yaşlardan itibaren (9+) dergi ve gazetelere yazı, şiir, öykü göndermesi için onu teşvik edin.
Sadece okumasıyla sınırlı kalmayın. Çocuğun yaşına uygun eğlenceli bilmece, bulmaca, fıkra kitaplarıyla haşır neşir olması okumaktan aldığı zevki kat be kat arttıracak başka bir faktördür. Yine espri yetisini geliştirebilmesi için yaşına uygun karikatürler, merakla okumasını sağlayabilmek için macera dolu çizgi romanlar da çocuğun okuma sevgisini arttıracak başka bir yoldur.
- Bilim ve kültür seviyesinin artması için çabalayın: Yukarıda da yazdığım gibi sadece kitaba bağlı kalmak zorunda olmadığınız gibi yalnızca yazılı materyallere de başvurmak zorunda değilsiniz. Çocuğunuzun genel kültür seviyesini arttıracak yaşına uygun belgesel, filmler ve tiyatro gösterileri de çocuğun belirli bir konu hakkında meraklanmasını ve araştırma yapmasını sağlayacak başka bir yöntemdir. Okumayı sevmeyen, yazı dahi görmek istemeyen çocuğunuzun ilgisini çeken doğa, uzay, tarih, kültür belgeselleri, eğitici filmler, edebi tiyatro eserleri de belki o konu hakkında daha fazla meraklanmasını ve araştırma yapmak için okumaya, kitaplara, kaynaklara başvurmasını sağlayacak önemli bir adım olabilir. Sürekli kitap almak işe yaramıyorsa belki de alternatif yöntemleri denemenin zamanı gelmiş demektir.
- Çocuğunuzun kütüphaneleri tanımasını sağlayın: Çoğumuz bulunduğu ilçede kütüphane var mı, varsa nerededir? Devlet ve belediye kütüphaneleri dışında alternatif olarak kurum, kuruluş ve derneklerin kütüphaneleri var mı yok mu bilmiyoruz. İşe öncelikle çevrenizdeki en yakın kütüphaneleri araştırmaktan başlayabilirsiniz. Çocuğunuzla kütüphaneleri keşfetmek, çocuğunuzun bir kütüphaneye üye olmasını sağlamak okumayı sevdirmek için en güzel yollardan birisidir. Ayrıca kütüphaneden kitap ödünç almak, kitabı koruyup kitaba zarar vermemek ve kitabı zamanında teslim etmek çocukta sorumluluk duygusunu pekiştirecek bir süreçtir. Çocuk zamanını iyi ayarlamayı, belirli bir zamanda belirli sayıda kitap okumayı, eşyayı korumayı daha da içselleştirecektir. Kütüphaneden kitap ödünç alma alışkanlığı olan insanların gitgide daha kısa zamanda daha fazla kitap okuduğunu ve zamanını daha iyi ayarladığını unutmayın.
- Okumayla sınırlı kalmayın, yazması için de teşvik edin: Yukarıda da birkaç kez bahsettiğim üzere çocuğun sadece okuması için değil, yazması için de onu motive etmeniz okuma sevgisini ve kelime hazinesini geliştirecek, anadiline olan hâkimiyetini arttıracak bir başka yoldur. Okuduğu, izlediği kitaplar, filmler vs. hakkında şiir, öykü yazması, karikatür çizmesi için onu teşvik edin. Çocuğunuza bir günlük alın ve günlük yazma alışkanlığı kazanması için duygularını ifade etme, söze ve yazıya dökme konusunda ona imkân tanıyın. Okuduklarını ve izlediklerini yazıya dökebilen, onları alternatif bir bakış açısıyla sentezleyebilen ve hatta ortaya yepyeni bir ürün çıkaran çocuğun okumamayı sevmemesi çok düşük bir olasılıktır.
- Çocuğunuza günlük yazın: Hamilelikten itibaren çocuğunuzla ilgili duygu, düşünceleriniz, beklenti ve hayalleriniz üzerine düzenli olarak günlük tutun. Okuduğunu anlayacak yaşa geldiğinde de bu günlükleri çocuğunuzla kademe kademe paylaşın. Çocuğun kendisi hakkında yazılan gözlem ve düşünceleri okuması kendisine farklı bir gözden bakmasını sağlayacaktır, kendisini okuyan çocuk belki de başka hikâyeleri de okumak için şevk duyacaktır.
- Siz de okuyun, siz de yazın: Çocuğunuzun okuma alışkanlığı kazanması, okumasını sevmesini istiyorsanız çocuğun önüne kitap bırakıp gitmeyin. Çocuğun doğduğundan itibaren sizi kitapla, yazılı materyallerle içli dışlı görmesi sizi örnek alması için oldukça önemli bir koşuldur. Çocuğunuzun yanında okuyun, bulmaca çözün, gazete ve dergi takip edin, yazın, çizin… Çocuğun doğduğundan itibaren kitap, defter, dergi, gazete, kalem, silgi, kâğıtla haşır neşir olması, bunlara maruz kalması okumaya, okumakla ilgili olan her kavram ve sürece dair algısını olumlu şekilde yapılandıracaktır. Evinizde zengin bir kitaplığınız, yazı yazmak ve çalışmak için bir masanız/odanız, okumak için bir koltuk ya da köşenizin olması çocukta okumanın ev hayatında özel bir ritüel olduğu ve özen gösterilerek gerçekleştirilmesi gerektiği duygusunu pekiştirecektir.
Ayrıca siz de çocuğunuzla kendi okuduklarınız hakkında paylaşımlar, fikir alışverişleri yapabilirsiniz. Okuduklarınız, takip ettikleriniz hakkındaki düşüncelerinizi çocuğunuzun yaşına uygun bir sadelikle dile getirmeniz, okuduğunuzdan beklentilerinizi paylaşmanız, buna özel olarak zaman ayırmanız çocuğu da okumak ve okuduklarını paylaşmak için teşvik edecek bir yöntemdir.
Unutmayın, çocuğunuzun okumayı sevmesi sizin okumaya olan bakış açınızla doğrudan bağlantılıdır. Evde tek bir kitap rafı bile olmayan, anne babasını bir satır okurken bile görmeyen bir çocuğun okumayı sevmesi çok düşük olasılıktır. Çocuğun okumayı sevmesini istiyorsak önce kendimiz okumayı sevmeliyiz. Nasıl akşam yemeği sofrasını özen gösterip kuruyor ve aile için bunun önemli bir saat olduğunu düşünüyorsak okumayı, okumakla haşır neşir olmayı da bir ritüel gibi görmemiz gerekiyor. En başta da belirttiğim gibi okumak bir görev değil, bir hayat tarzı, bir yaşama biçimi. Eğitimimiz, mesleğimiz, evimiz, eşimiz, yaşadığımız şehir, kıyafetlerimiz, eşyalarımız, müzik ve film zevkimiz gibi okumak ve neler okuduğumuz da hayatımızla ilgili önemli ipuçlarından biri.
Yağmur Cenan BOYACI
Psikolojik Danışman
Moderatör
yagmurcenanboyaci@hotmail.com