Öteki misiniz; Ötekileştiren mi ?
KİME GÖRE- NEYE GÖRE ÇİZGİSİNDE DERİN BİR SORGULAMA: ÖTEKİ MİSİNİZ(!) ; ÖTEKİLEŞTİREN Mİ?
Kendine temas etmeyen başkasına “gerçekten” temas edemez. Kendi gerçeğinden korkan- kaçan, zor duygularının içinden geçmeyip de etrafından dolaşan duygusunu da kendisini de tanıyamaz.
En çok, kendi başına “var olduğunu” hissedemeyenler en kalabalıklara ihtiyaç duyar. Toplum denen insan güruhuna hiç dikkat ettiniz mi? Orada nasıl da herkes son ses bağırır olmak istediklerini, eleştirdiklerini, … sandıklarını, dile dökemediği ihtiyaçlarını.
Kendi kendini tanıma, kendi kendiyle uzlaşma cesareti gösteremeyen herkes bir başkasında tanır, tanımlar ve tamamlar kendini; doğru ya da yanlış.
İşte bir tek toplumda varlığını meşru kılabilen, ya da tam tersi kendi gerçekliğini bir tek toplumda unutabilen insan kalabalıklarıyla iç içe olduğumu hissettiğim bir dönem yaşıyorum son zamanlarda. Bütün özel (!), hassasiyet (!) gerektiren günlerde, durumlarda herkes avazı çıktığı kadar bağırıyor, sözde hak savunuculuğu yapıyor. Ama bir yere kadar : “kendi gerçeğine, doğru sandıklarına, ön yargılarına dokunup da canı yanana kadar.”
“Herkes başkasının putuna İbrahim”, hesabı, herkes bir başkasının haksızlık ve adaletsizliğinde konuşma cesareti buluyor kendi yaptığı haksızlık ve adaletsizliğini, ya da büyüklenmeciliğini. Geçenlerde bir saha araştırması okurken “ötekileştirilen”ler üzerine çok güzel bir örnek çarptı gözüme: bir bina, binada ziller, zillerin üstünde herkesin adı ve soyadı; yalnızca birinde SURİYELİ, bir başkasında da KİRACI.. Nasıl oluyor da bir insan ya da insan topluluğu, kendilerince dezavantajlı (!) ilan edilen kişi ve grupları tek bir sıfata indirgemeyi, onların diğer tüm vasıflarını yok saymayı kendinde hak görebiliyor; kendisini o kişi ve gruplardan daha yüce ve üstün addedebiliyor? Sosyal Psikolog Pelin KESEBİR’i twitterda takip edenleriniz varsa bilir, çok güzel bir tespiti vardır: “Sağlıklı bir özgüven her birimize lazımdır. Fakat bu, ne kadar şahane ve üstün olduğumuz yönünde bir vehim geliştirmek demek değildir. Yaşamın içinden geçerken odaklandığımız şey kendimizin değeri değil, hayatın ve hayata katabileceklerimizin değeri olursa çok daha mutlu oluruz.
2020 hepimiz için çok faklı ve zorlayıcı oldu şüphesiz. Bu süreçte herkes kendi içine dönmeyi, zor duyguda kalabilmeyi; ona tahammülü, tahammülsüzlüğü deneyimledi, tüm insanlık aynı kriz karşısında eşitlendi sözde. Temelde insan olarak ihtiyacımız olanların genelde “aynı” olduğunu hatırladık; ta ki yine birileri çıkıp farklılıklarımızdan dem vurana kadar. Sahi neler oldu son zamanlarda? Gelin bir bakalım: Uluslararası bir maçta, bir hakem çıktı, sırf ten rengi kendinden farklı diye, sırf karşısındaki kendi zihnindeki kalıba uymuyor diye “zenci” deme hakkını gördü başka bir insana. Peki biz, neredeyse tüm dünya ne yaptık hemen; sloganlar atmaya başladık: “Blacklives matter, no to racism” diye diye . Birkaç gün duyarımızı kastık sözüm ona; ama sonrasında binamıza yerleşen SURİYELİ bir vatandaşı hor görme hakkımız vardı (!), ya da binamıza yeni taşınan komşuya kiracı mısın, ev sahibi mi diye sorma hakkımız.. Evliyi bekara; çocuğu olanı çocuk sahibi olamayana; zengini fakire; sağlıklı olanı engelli olana üstün tutma haklarımız da pek tabii..
Yazımı kendim için fazlaca önemsediğim bir diğer “ötekileştirme, uzaktan bakma” meselesi olan “engelli kimliğine bakış açısı” ile sürdürmek istiyorum. Biliyorsunuz yakın zamanlarda 3 Aralık Dünya Engelliler Farkındalık Günü”ydü. Toplum nazarında yer yer ayrımcılığa maruz kalan, sözde “öteki” sayılabilen bir grubun yaklaşık 8 yıldır üyesi olarak ve hayatının daha önceki 21 yılını sağlıkla geçirmiş bir birey olarak bu güne ve bu meseleye daha farklı bakmanızı sağlayacak aşağıdaki hatırlatmaları yapmayı elzem buluyorum.
Yakın zamanda bu konuda kişisel instagram hesabımdan bir paylaşıp yapıp olumlu geri dönüşler alınca bu satırları daha çok insanın okuması gerektiğini düşündüm. İşte o yazım:
- Engelliler günü kutlamak için değildir; kendi halinize şükredin diye hiç değildir.
- Tekerlekli sandalyeye mahkum değil; tekerlekli sandalye kullanıyor deyiverin. Zira aldığımız bir sandalye en az 3.500 Euro ve öyle bir sandalyede inanın mahkumiyet olmuyor arkadaşlar. 🙂
- En büyük engel sevgisizliktir, yürekler engelli olmasın gibi engelli insanları zavallı, aciz ve bakıma muhtaç gösteren; sağlıklı insanları da kutsayan bu zırvalıkları lütfen bırakın. İnanın çok itici. Zira bizim ihtiyacımız olan SEVGİ değil temel insanlık hakkımız olan HERKES İÇİN YAŞANILABİLİR ve ERİŞİLEBİLİR BİR DÜNYA.
- Engelli KARDEŞLERİMİZ söyleminden vazgeçin. Zira biz kimsenin kardeşi değiliz; birilerinin sevgilisi, eşi, annesi, babası, dostu ve evladıyız; sizler gibi yalnızca bir BİREYİZ, Bİ-REY! Yanımızda sağlıkla yürüyen, elimizi tutan sevgilimizi, eşimizi gördüğünüzde alkış tutup “vay beee helal” demekten vazgeçtiğiniz gün her şey daha güzel olacak emin olun. 🙂
- “Hayali bile korkunç değil mi ama onlar bu hayatı yaşıyor” diye bir farkındalık (!)yazısı okudum geçenlerde . Arkadaşlar insan her şartta devam etmeye alışıyor ve inanın berbat bir hayat yaşamıyoruz; biz de Sizler gibi çalışıyor, araba kullanıyor, tatil yapıyor, aile kuruyor, gülüyor ve bazen de ağlıyoruz. Tek farkımız tüm bunları oturarak yapıyor olmamız. 🙂
- Türkiye’nin ilk tekerlekli sandalye kullanan akademisyeni eski yüzbaşı yeni iktisat profesörü biricik hocam Prof. Dr. Ozan BAHAR’ı tanımadan, eski paralimpik atlet, hak savunucusu canım Tuğçe AKGÜN’ü dinlemeden, dünya şampiyonalarında ülkemize madalyalar kazandıran gururumuz paralimpik atletimiz; biricik Hamide KURT DOĞANGÜN’ü tanımadan engelli kimliğine dair bakış açınız birazcık eksik kalacak diye düşünüyorum. Bu yüzden İnstagram hesaplarını takip etmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. 🙂
- Ve son olarak hepimizin bu hayatta bir yarası, travması var. Kimimizinki çok daha görünür; kimimizinki daha derinlerde; kimimizinki varlığına tahammül etmeye çalıştığı gerçeğinde gizli; kimimizinki yokluğuna alışmaya çalıştığı en büyük kaybında; kimimizin yükü diğerine göre çok daha ağır; kimimizinki belki daha katlanılır.. Ama değişmeyen tek gerçek şu ki hiçbir acı diğeri ile kıyaslanamaz ve bu hayatta herkes yara alır, her hayatın bir kıyameti illa vardır. Önemli olan yara almaktan kaçmak değil; yarayı nasıl saracağını öğrenmektir vesselam…
Arkadaşlar unutmamak lazım; en çok kendine tahammülü olmayan ötekileştirir bir diğerini. İnsanlığın değeri, kendimize verdiğimiz değer kadardır. Kendine değer vermeyen kimseye gerçekten değer veremez. İnsanın en büyük borcu en çok kendinedir bu yüzden. Neyse ki kendini sevmek de öğrenilebilen bir beceri; öğrenmek ya da dönüşmek isteyenler için tabi. Hepimizin kendi karanlığıyla barışabilmesi, önce kendini ve sonra tüm dünyayı kucaklayabilmesi dileğimle… 🙂