Şimşek – Peyami Safa – Kitap İnceleme
PEYAMİ SAFA-ŞİMŞEK
“Hiç kimse bir Şimşek aydınlığı gördükçe Pervin’in niçin haykırdığını, niçin saçını başını yolduğunu, kendini yerlere attığını, niçin kafasını taşlara vurduğunu, niçin tepindiğini anlamıyor, çünkü bu anda hastanın gözleri önüne gelen manzarayı bilmiyor, bu onlar için ebedî meçhuldür, bunu yalnız biz, bu haileyi(faciayı) en yakından, bu hâileyi içinden seyredenler, bunu yalnız biz [Yani Bu Romanı Okuyanlar] biliyoruz.”
Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa’nın oğlu olan Peyami Safa’nın babası, Sivas’a sürgüne gönderilir. Babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşında yetim kalmış, bu yüzden “Yetim-i Safa” adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar bacağının kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında okurlarıyla paylaşır.
Bu acı verici yaşantı Peyami Safa’nın romanlarının çoğunun temelini oluşturur ve her romanda bu ruhsal bunalımı iliklerimize kadar yaşamaya başlarız. Edebiyat kaygısı olmadan sadece para kazanmak amacıyla, Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, bu isimle birçok eser meydana getirir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur. Babası hayattayken oğlu için “benim hayattaki en büyük eserim Peyami’dir” ifadesini kullanarak, ileride büyük eserler oluşturacak olan oğlunun parlak zekasını görmeyi başarmıştır.
Peyami Safa, romanlarındaki karakterlerin psikolojik buhranlarını öyle büyük bir ustalıkla yansıtır ki ancak bu hastalığı yaşayan ve acısını çeken bir insanın samimiyeti ve gerçekliğiyle oluşabilecek karakterler olduğu su götürmez bir gerçektir. Nitekim “Şimşek” kitabında da Peyami Safa’nın ustalığı Müfid ve Pervin’le vücut bulur. Peyami Safa bu eserinde doğu ve batı kültürleri arasındaki farklara dikkat çekmiş ve batılılaşmaya bir anlamda ahlaken de yozlaşmaya başlayan Türk insanının “ait olamamasını, kabuğunu kıramaması ve birey olamamasını” işler. Romandaki karakterlerin kendilerine has özellikleri ayrı ayrı işlendiği zaman, her karakter için yepyeni bir roman oluşturulabilir. O kadar derin ve o kadar çarpıcı karakterler oluşturmuş ki bu karakterlerin hemen hepsi günlük hayatta kalabalıklarda çarpışıp sadece dönüp gülümseyebildiğimiz insanlardan oluşuyor. O kadar sahi ve o kadar samimi/yetsiz.
Romanın konusuna gelecek olursam, roman İstanbul’da bir konakta geçer. Konakta Müfid, karısı Pervin ve dayısı Sacid birlikte yaşamaktadır. Sacid havai, uçarı ve bir o kadar da çapkın, ahlaktan yoksun bir karakterdir. Nitekim içinde bulundukları arkadaş grubu da aynı vasıflara sahip bir topluluktur. Öyle ki karısını arkadaşının karısıyla aldatan ve bunu gizlemeyen hatta karısını da başkasıyla ilişki kurmasından hoşlanan bir cemiyet yaşantısı var. Sacid’in tam tersi bir karakter yapısına sahip olan Müfid ise dayısından ve onun bu hayatından haz almayan oldukça duygusal, içe kapanık ve pasif bir yapıya sahiptir. Dayısından çok korkar ama karısı Pervin’i de çok sever Müfid.
Pervin ile bu cemiyet hayatında tanışan Müfid’in aklında her zaman Pervin’e karşı bir şüphe vardır ancak hiçbir zaman karısına bunu hissettirmez. Pervin, genç yaşta anne babasını kaybetmiş ve anne babası arasındaki anlaşmazlıklara şahit olmuş, daha önce nişanlanıp ayrılmış, gelgitler yaşayan ve dengesiz tavırlar sergileyen(ki doktor ona histerik diye tanı koymuş) genç bir kadındır. O da Müfid’i sever ancak kocasının silik karakteri Pervin’de bir arayış oluşturur. Müfid, farkına varmadığı halde dayısı ve Pervin yasak bir aşk yaşamaktadırlar. Bunu ispatlayamayan ancak bu şüphesini doğru kılacak bazı kanıtlara ulaşan Müfid bunu hiçbir zaman dile getirmez. Karısıyla mutlu olmak için köşkten ayrılmaları gerektiğini düşünür ancak dayısına olan korkusundan dolayı bunu ifade edemez. Pervin’e durumu anlattığında ise Pervin’den bazen destek görür bazense kaçamak bir çekingenlik. Karısının kendisini aldattığına dair içinde var olan şüphe o kadar güçlüdür ki hastalanmaya başlar Müfid. Çeşitli nöbetler ve buhranlar geçirir.
Dayanacak gücü kalmadığında ise bir gün valizini alıp teyzesine gider ve orda yaşamaya başlar. Giderken de karısına şüphelerini, korkularını ve boşanmak istediğini ifade eden bir mektup bırakır. Teyzesinin yanındayken hastalığı gittikçe artan ve kan kusmaya başlayan Müfid yatağa düşer. Ölmeden önce tek tesellisi Pervin’in kendisine geri döneceğine dair inancıdır. Pervin bir gün Müfid’i ziyarete gelir ve kocasının kötü halini görünce köşkte kalmaya başlar. Ölüm döşeğinde olan hastayı son kez ziyarete gelen dayısı da acıklı durumu görüp onunla birkaç gün kalmaya karar verir. Yolun sonuna gelmiş bir insanın korkusuzluğuyla dayısına “Pervin ile bir münasebetin var mı ya da oldu mu” diye sorar. Dayısı ona istediği cevabı vermese de ahlaksızlığından taviz vermeden “ben onunla bir münasebette bulunmak istedim ancak o buna yanaşmadı” der. Pervin’in Müfid’in başucunda beklemesi ona bakması, hastaya çok iyi gelir ve bu iyi geliş Müfid’te “ölümden önceki iyi olma hali” korkusuna sebep olur. Ama onları öyle bir son bekliyor ki bunu ne Müfid, ne Sacid nede Pervin asla tahmin edemezdi. Gelin kitabın bitiş cümlesini tekrar hatırlayalım ve bu kitabı en kısa zamanda okumak için istek duyalım
“Hiç kimse bir Şimşek aydınlığı gördükçe Pervin’in niçin haykırdığını, niçin saçını başını yolduğunu, kendini yerlere attığını, niçin kafasını taşlara vurduğunu, niçin tepindiğini anlamıyor, çünkü bu anda hastanın gözleri önüne gelen manzarayı bilmiyor, bu onlar için ebedî meçhuldür, bunu yalnız biz, bu haileyi(faciayı) en yakından, bu hâileyi içinden seyredenler, bunu yalnız biz [Yani Bu Romanı Okuyanlar] biliyoruz.”
KİTAPLA KALIN…