Söylenmemiş Sözler…
Suskunluklarıyla yüreklerinin tam ortasında devasa ülkeler kuranlar…
Acılarıyla büyürken çevresindekileri sevgiyle büyütenler…
İlk kadehi mutlaka gidene, içinden uğurlayamadığı “o kişi”ye kaldıranlar…
Kendi yolunun karmaşasında kaybolup çareyi yalnızlıkta arayanlar…
Yolun sonu diye düşünülebilecek her noktadan daha da güçlenerek çıkan ve küllerinden doğanlar…
İclal Aydın, “Söylenmemiş Sözler” kitabını tam da onlar için yazmış… Bir diğer deyişle; senin için, benim için, bizim için…
İclal Aydın…
17 yaşımızın deniz feneri, kalp kırıklarımızın yara bandı, yandıkça canımız; “bu da geçer, hem de geldiğinde getirdiği yük ile değil, çok daha fazlasını alıp götürerek” diyen o şefkatli sesin kaynağı…
Seçtiği tümceler ve sözcükler ile mutsuzluk ve büyük heyecanlar arasında gidip gelinen yıllarımızı en iyi betimleyen yazıların sahibi…
Bir duvar takviminde ya olsaydı diye atılmış bir tarihin olmazlığına bizimle beraber kahırlanan, gülümseyişini gözlerinde, gözlerini gamzelerinde taşıyan yazar…
Kitaplarında acılardan önce beslenerek, sonra onları eskiterek, nihayetinde acıyı kabullenerek büyüme gerçeğini okuyucularına her kitabında anımsatan İclal Aydın bu sefer bize Urla’dan sesleniyor… “Söylenmemiş Sözler” kitabı, yazarın o naif tavrıyla yorumladığı her karakterin benzersiz öyküsünü usulca okuyucunun zihnindeki roman çekmecelerine bırakıyor.
Farkına vararak ya da varmadan yarım bırakılan hikayelerin tam bitti denildiği yerde birbirlerinin pusulası olarak yeniden tamamlanma sürecini bize bir kez daha anımsatan İclal Aydın, kitabın son sayfasında sanki şu cümleleri fısıldıyor okuyucunun kulağına;
Yaşamaktan, hata yapmaktan korkmadan, “aferin”lerin gölgesinde kaybolup onlara mahkum olmadan, “artık çok geç” demeden, aheste atılan adımların verdiği huzuru kaçırmadan, hayat denen müesseseyi çok da ciddiye almadan, kendi kurduğun anlam ağını unutmadan yaşayanlardan olabileceğimiz inancından bir tutam bıraktım turkuaz kapağın bir köşesine… Kitap bitince oradan payını almayı ihmal etme olur mu?