Toprak Ana – Cengiz Aytmatov
TOPRAK ANA-CENGİZ AYTMATOV
Sevgili okur, kitaptaki karakterlerin çıkış noktasını daha iyi anlayabilmek için yazarın hayatından kısa bir kesit sunmak istiyorum. Nitekim daha önceki yazım da(Cengiz Aytmatov- Beyaz Gemi kitap incelemesi için bakınız: http://www.rehberlikservisi.net/beyaz-gemi-cengiz-aytmatov-kitap-inceleme/) yazar hakkında bilgi vermiştim. Cengiz Törekuloviç Aytmatov 12 Aralık 1928 tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan’da Şeker adlı bir köyde doğdu. Babası Törekul Aytmatov at yetiştiricisiydi. Kırgızistan’a, dağlık yörelere Ekim devrimi daha yeni ulaşıyordu. Yazarın çocukluk yılları sistemin yeni yeni yerleşmeye başladığı yıllara rastlar. Geçmişe bağlı yaşlı neslin yanında yeni düzene ayak uydurmuş genç kuşak da toplumdaki yerlerini alıyorlardı. Yazar kolhoz tarlalarında çalıştı. Çevresini, tabiatı, insanları o yıllarda tanımaya başladı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında bütün yetişkinler savaşta oldukları için gençlere çok iş düşüyordu. Henüz on beş yaşındayken sekreterlik yaptı, tarım makinelerinin hesaplarını tuttu.
Kasım, Muslubeg ve Caynak.
Kitabın konusuna gelecek olursak, Erkekleri askere alınan, köylerde geride kalanların çektiği sıkıntılar etkileyici bir üslupla anlatılır. Kendi küçük dünyalarında her şeyden bihaber yaşayan, toprağı ekip biçmekten karnını doyurmaktan başka gayesi olmayan yüreği büyük insanların hikâyesidir bu. Her savaşta olduğu gibi onların toprağına düşen de ölüm olur. Tolgonay ve Suvankul çok sever birbirini, evlenirler. Üç erkek evlatları olur. Çalışkan baba ve anneden üç çalışkan çocuk doğar: Kasım, Maysalbeg ve Caynak. Yıllar geçer yaşları büyür kasım gönlünü kaptırır Aliman isminde dağlı bir güzele. Aliman da çok sever Kasım’ı. Onlar da evlenirler. Eve bir kız gelmesinin, üç erkekten sonra bir de kız sahibi olmasının en büyük sevincini Tolgonay yaşar. Çalışır didinir ekmeklerini kazanırlar. Tek gayeleri ekip biçmek hayata tutunmaktır, bilirler ki insan toprağa önem verir ve bakarsa toprak ana onlara daha çok hasat verecektir. Gün gelir mutlulukları kursaklarında kalır. Savaş haberleri gelmektedir. Sırayla herkes askere alınır. Önce askerlik çağında olanlar çağrılır cepheye. Kasım gider. Kasım’ın gidişi sadece Aliman’ın yüreğini yakmaz: gözleri satırlara değen okuyucuyu da sarsar. Savaşın ayrılığın eksilmenin acısı sayfalardan taşar, gözlerimizden yüreğimize akar elbet. Savaşın daha da sertleşmesi ile birlikte yaşı daha küçük olanlar ve daha sonra da tüm erkekler çağrılır. K
asım’dan sonra sırayla Suvankul, Maysalbeg ve Caynak da gider. Tolgonay ve Aliman cephenin gerisinde kalsalar da onlar içten içe cephede en önde kocalarına evlatlarına siper olurlar. Geride kalmanın acısını hafifletmek için daha çok çalışırlar. Tolgonay kocasının vazifesi olan “ekipbaşı’lığı” devralır ve geliniyle birlikte günlere aylara meydan okur. Cepheden iyi haberlerle beraber bazen kötü haberler de gelir. Önce Kasım’ın ölüm haberi gelir, ocaklarına ateş düşürür. Kasım’ın askere gittiği gün, Aliman’ın kocasının ayaklarına kapanışını hatırlar Tolgonay. Bir süre sonra kocası ve diğer oğlunun ölüm haberleri de gelir. Hepten yıkılırlar. Köyde erkek kalmaz herkes savaşta ölümle pençeleşirken onlar askerlere yiyecek göndermek için aha çok çalışırlar. Köylerine dadanan hırsızlarla mücadele etmeye çalışmaları ise cabası. Eldeki yetersiz yiyeceğin muhtaç olandan başlanarak dağıtılması, dört gözle beklenen hasat zamanları, umutların hasat zamanına ertelenmesi, savaş yüzünden ürünün hemen hepsinin merkezden istenmesi, boşa çıkan umutlar, yine açlık, sefalet, bir yandan cepheden gelen ölüm haberleri, umutsuz bekleyişler, savaşın uzun sürmesi üzerine aşağı çekilen cepheye çağrılma yaşı, yine gidenler, ayrılıklar, gözyaşları… Yani tek kelimeyle ve bütün zulmetiyle; Savaş…
Aliman ve Tolgonay’ın iki bahtsız ve yorgun dul kadının, kader ve hayat yoldaşı olması acıların zamanla sarılmaya başlanmasını sağlar ancak tende ruh olduğu sürece acıların devam edeceğini bilir ikisi de. Aliman’ın gönlünü bir çobana kaptırması ve çoban tarafından kandırılıp hamile bırakılması ise Aliman için son felaket olacaktır. Savaşın sonunda koca aileden geriye bahtsız, eksik ve yorgun iki can kalır. Tolgonay ve torunu Canbolat…
-Lokmayı ağzıma attım. Garip bir tat, garip bir koku duydum. Bu biçerdövercinin ellerinin kokusuydu. Taze buğday, süt, demir ve benzin kokuyordu. Sonra başka lokmalar yedim. Hepsinde aynı koku vardı. Ama ömrüm boyunca yediğim en tatlı ekmekti bu. Oğlumun ekmeğiydi çünkü. Onu makine yağı ve benzin kokan elleriyle bölmüştü. Sonra oğlumu eğiten, onunla aynı toprakta yaşayanların ekmeğiydi bu. Halkın ekmeğiydi. Kutsal ekmek! Yüreğim kabardı. Düşündüm, bir dal nasıl ağacın parçasıysa, bir ananın mutluluğu da halkın mutluluğundan bir parçadır. Hayat katılaştırdı yüreğimi, ama gene de böyle düşünüyorum.
– Ama tarlada kaldım. Olduğum yerde. Uzun zaman oturdum. Başımdan düşmüş yazmayı bile kaldıramadım. Yol boyunca ilerleyen uzun bir karınca sürüsüne takıldı gözüm. Yanı başlarında bir insanın acı çekerek oturduğunun farkında bile olmadan çalışıyorlar, çöp ve tane taşıyorlardı. Ben de bir emekçiyim onlar gibi. O ufacık yaratıkları kıskandım. Acı, tasa bilmeden çalışıyorlardı. Savaş olmasaydı karıncaların hayatını kıskanır mıydım? Bunu düşünmek bile utandırıyor beni.
KİTAPLA KALIN…
Cebrail URTEKİN
Psikolojik Danışman
cebrail.urtekin@windowslive.com