Ya benden sonra
YA BENDEN SONRA
Bir annenin en büyük korkusu evladının ölmesiymiş. Engelli bir çocuğu olan anneninki ise evladından önce ölmek…
Son iki yıldır engelli çocuğa sahip ailelerin sıklıkla sosyal medyada paylaştığı bir metin bu. Yaşadıkları gelecek kaygısını, korkularını, güvensizliklerini iki cümlede özetliyor.
10 yıl önce yeni mezun bir Psikolojik Danışman olarak Özel Eğitim ve Rehabilitasyon merkezinde işe başladığım ilk gün, serebral palsili bir öğrencimizin annesi ‘inşallah oğlum benden sonraya kalmaz, Rabbim acır da benden önce ölür’ dediğinde deneyimsizliğimin ve gençliğimin verdiği cahillikle önce kısa süreli bir şok yaşamış, sonra da karşımdakinin nasıl bir anne olduğunu, 620 gr olarak dünyaya gelen oğlumu yaşatmak için verdiğimiz savaşa karşılık bir kadının nasıl çocuğunun ölümünden böylesine kolay bahsedebildiğini düşünmüştüm. Yüz ifadem düşüncelerimi yansıtmış olacak ki, veli ‘bana öyle bakma, ben önce ölürsem oğlum sefil olur, açlıktan pislikten ölür’ dediğinde önce velimin kalbini kırdığım için, sonra daha ilk günden mesleki ilkeleri çiğnediğim için kendimden utanmıştım.
O günden bu yana daha fazla anne-babayla görüşüp deneyim kazandıkça, her anne-babanın engelli çocuklarına dair yoğun gelecek kaygısı yaşadıklarını gördüm. Yapılan araştırmalarda, üzülerek söylüyorum ki bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bu kaygının çok yoğun görüldüğü, engellilere yönelik hizmetlerin daha yaygın ve insancıl olduğu ülkelerde ise daha az görüldüğü ortaya koyulmuştur.
Gelecek kaygısı ülkemizde en çok ölüm korkusu olarak kendini göstermekte ve psikosomatik hastalıklar da tabloya eşlik etmektedir. En çok obsesif bozukluk ve depresyonla karşılaşırken, anksiyete, hostilite*, paranoid düşünceler takip ediyor. Fobik anksiyete** ve psikotizm ise en az karşılaştığımız psikosomatik hastalıklar. Elbetteki her anne-baba bu sorunları yaşamıyor. Kadınlarda bu sorunlarla daha çok karşılaşıyoruz. Eğitim seviyesi ve gelir seviyesi yükseldikçe ise gelecek kaygısı ile ilgili düşünceler, alınabilecek önlemlerle ilgili çalışmalar artarken ölüm korkusu gibi duygusal tepkiler ile psikosomatik hastalıklarda belirgin bir azalma görülüyor.
Psikolojik Danışmanlar olarak yapmamız gerekenlere geldiğimizde ise öncelikle anne-baba her ne söylerse söylesin, eğer engelli çocuğa karşı kötü muamele yoksa saygı ile dinlemeli, onları anlamaya çalışmalıyız. Bu anne-babalar genellikle kendilerini dinleyen bir uzman bulmanın sevinci ve tekrar bu fırsatı yakalayamayabilecekleri korkusu ile hızlı hızlı, daldan dala atlayarak konuşurlar. Sabırla dinlemeli, görüşmeleri mutlaka düzenli yapmalı, görüşmelerimizin günlerini ve süresini değiştirmemeliyiz. Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezlerinde sık sık acil müdahelede bulunmamız durumlar ortaya çıktığından, bu görüşmeleri yaptığımız anne-babaların merkezde oldukları saatleri yöneticilerle ayarlamalı, görece daha az sorun yaşanan aileler ve çocukların bulunduğu zamanlara yerleştirmeye özen göstermeliyiz.
Irvin Yalom, insanların ölüm korkularını yenmede çocuk sahibi olmanın etkili bir yöntem olduğunu ve böylece kendilerini sonsuzluğa ulaştırma hissine sahip oldukları görüşündedir. Böylece birey yaşlılık çağında etrafında kendine benzeyen bireyler görerek yalnızlık ve ölüm korkusundan uzaklaşacaktır.
Bizim ele aldığımız durumda ise çocuk başlı başına bu korkunun kaynağıdır. Bireyin varoluşunu yaşama sürecinde ilerlemesi gerekirken, kendi varoluşunu çocuğu üzerinden yaşamak zorunda kalan anne-babalarla çalışmak gerçekten bizim için çok zordur. Çünkü aileler bu korkularında sonuna kadar haklıdırlar. Anne-babanın her ikisinin ya da birinin öldüğü durumlarda sağlıklı çocukların bile pek çok zorluk yaşadığı, yetersiz bakıma, kötü muameleye, tacize, tecavüze uğradığı bir toplumda yaşıyoruz maalesef. Düşünün ki böyle bir toplumda engelli bir çocuğun durumu ne olacaktır? Engelli çocuk ve yetişkinler anayasamızda özel olarak korunması gereken grupta yer almalarına rağmen buna yönelik çalışmalar çok yetersizdir. Anne-babalar da bu durumu bildikleri için sürekli endişe ve korku içinde yaşamaktadırlar. Kısacası gelecek kaygısı yaşayan anne-babalarla çalışırken yapabileceklerimiz yalnızca dinlemek ve varsa semptomların ortadan kaldırılması için çalışmak, gerektiğinde yönlendirme yapmaktır. Kendini ifade etme becerisi kazanan anne-babalarımız bir nebze de olsa rahatlama yaşamaktadır. Yukarıda paylaştığım metin gibi ifadelerin son iki yıldır daha sık karşımıza çıkmasındaki en büyük etkenin Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezlerinin yaygınlaşmasıyla meslektaşlarımın yaptığı çalışmaların başarısı olduğunu düşünüyorum.
Kişisel görüşüm engelli çocukların yalnızca anne-babalarının değil toplumun da çocuğu olduğu yönünde. Ruh sağlığı alanında çalışan Psikolojik Danışmanlar olarak toplumun sorunlarından uzak kalmamamız gerektiğini, taşın altına elimizi koymamız gerektiğini düşünüyorum. Sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde çalışmalı, ayda bir iki saatimizi ayırarak karşılaştığımız durumları, ailelerin sorunlarını, umutsuzluklarını, çocukları bekleyen geleceği, mesleki ve kişisel görüşlerimizi raporlaştırarak devlet kurumlarına ulaşmasını sağlamalı, hükümetlerin bu çocukların geleceklerinde rahat edebilecekleri yatılı bakım ve rehabilitasyon merkezleri ile yaşam evlerinin devlet güvencesi ve kontrolü altında açılarak yaygınlaştırılmalarını sağlamaları için çaba göstermeliyiz. Unutmayalım ki Psikolojik Danışmanlar olarak bu ailelerin ve çocukların ulaşarak sorunlarına çözüm aradıkları ilk basamak bizleriz. Bireysel, toplumsal ve mesleki sorumluluklarımızı unutmamalı, sesini duyurmakta zorlanan bu insanların sesi olmalıyız. Şu anda alanımız istismar ediliyor, talan edilmeye çalışılıyor olsa da medyada, Sivil Toplum Kuruluşlarında ve devlet kurumlarında profesyonel görüşlerimize saygı duyulduğunu, toplumsal farkındalık sağlayabileceğimizi unutmayalım.
Sevgiler..
*Hostilite – Öfke e düşmanlık : Kızgınlık duygusundan farklı olarak öfkeye eşlik eden fizyolojik belirtiler, kas geriliminin artması, kaşların çatılması, dişlerin gıcırdatılması, ters ters bakma, yumrukları sıkma, yüzün kızarması, titreme hissi, uyuşma hissi, nefes almada zorluk, vücudun çeşitli bölgelerinde seyirmeler olması, terleme, kontrol kaybı, sıcaklık hissi, burundan soluma, dudakları ısırma, beyin zonklaması, başağrısı ve hareketlerin hızlanması gibi tepkilerdir. Meslektaşlarım bu durumla karşılaştığında hem fizyolojik hem psikolojik tedavi gerektiren bir hastalık olduğunu unutmamalı, mutlaka bir sağlık kuruluşuna yönlendirme yapmalıdırlar.
** Fobik anksiyete: Agorafobi, sosyal fobi ve özgül fobi den oluşur. Tedavisi atlanmamalıdır.
Feride SEÇGİN
Psikolojik Danışman
fery83@hotmail.com
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Sadece ruh sağlığı uzmanları ile yaptıkları olumlu bir görüşme bile onları daha motive ve çözüm odaklı hale getirme konusunda katkı sağlıyor. Emeğinize sağlık Feride Hanım, çok önemli bir konu ve güzel bir yazı olmuş..