Yanlış hayatlar doğru yaşanmaz
YANLIŞ HAYATLAR DOĞRU YAŞANMAZ
“… Seyirci ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar. Herkese dayatılan o görüntülerde benliğini ne kadar ararsa kendi varoluşunu ve kendi arzularını o kadar az anlar […] Gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür, sahteleşir. Tüm dünya aynı gösterinin sahnesidir artık; hepimiz aynı gösterinin oyuncusu ve seyircisi oluruz …” (Gösteri Toplumu)
Birkaç kişi tarafından görünen şeylerin kaydedilip herkese aynı anda gösterilmesi hatıralarımızı ve hayallerimizi ipotek altına alıyor. Kendi gördüklerimiz değil bize gösterilenler doğrultusunda yaşamaya başlıyoruz. Çok gösterildiği için gerçek zannettiğimiz yalanlar hem günlük hayatımıza hem de ekonomiye ve siyasete yön veriyor. İndî / sübjektif dünyamızı hiçe sayan, bizi objektif / standart / homojen bir algıya hapseden bu gösteri bildiğimiz mânâda siyasetin ve istişarenin de sonu demek. Zira:
“… Eğer insanlar saf akıldan ibaret olsalardı sürekli ve her konuda hemfikir olurlardı. Fikirlerin çatışması aklın işleyişinden veya mantık kurallarından değil sonradan edinilmiş bilgilerden kaynaklanıyor. Yani bireysel farklılıklar ve deneysel olarak kazanılanlardan. Dialektik dediğimiz şey bu bireysel farklılıklardan doğan verileri “ötekine” tamamen objektifmiş gibi göstermekten ibarettir. Çünkü insan, kendi tabiatında bulunan bir özellikten dolayı fikir farklılıkları görünce ötekinin “hatasını” düzeltmek ister. Kendi fikirlerinin yanlış olabileceğini düşünmez …” (Arthur Schopenauer, Her zaman haklı çıkma sanatı)
Alt-üst edilmiş dünyada “doğru” bir yanlışlık anıdır.
… Demiş Guy Debord. İnançların ve ideolojilerin rekabet ettiği bir dünyada “doğruluk” gerçekten sorunlu bir kavram. Hangi doğru? Kimin doğrusu? Bilim? Bir tanrı? Bir “kutsal” kitap? Yahut “alt-üst” edilmeden evvelki dünyanın doğrusu neydi? Yoksa müellif hiç varolmamış nostaljik bir ütopya peşinde mi?
“… Gösteri insanları ve silahlarını değil, ticarî malları ve onlara duyulan arzuyu över. Bu kör dövüşte her ticarî mal kendi arzusunun peşinden giderek aslında bilinçsiz bir şekilde daha ‘müteâl’ bir şeyi gerçekleştirir: Ticarî malın algılanan yegâne dünya haline gelmesini ki bu aynı zamanda dünyanın ticarî bir mallardan ibaretmiş gibi algılanması demek olur…” (Guy Debord, Gösteri Toplumu)
Netice
Eskiden insanlar birbirilerine yalan söylerdi. Tüccar müşterisine, siyasetçi halkına… Kennedy cinayeti ve Watergate gibi skandallarda gördük ki bazı gerçeklerin ortaya çıkmaması için para ve insan harcandı. Bugün ise Yalan’ın gerçek yerine ikame edilişine tanık oluyoruz. Debord’un tabiriyle “Gösteri kendini hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunuyor …”
Bundan sonra nereye? Zannediyorum inanç ile, kutsal ile olan bağlarımız, Hakikat’i hissedişimiz bu fırtınadaki yerimizi de belirleyecek. “Gerçek” olduğuna inandığımız şeylerin her sene güncellenmesi bizi derin bir sorgulamaya götürüyor: Gerçek nedir? Gerçekleri gören “Ben” kimdir? Gerçeklerin görüntüsü ardında zaman ve mekân dışı bir Hakikat’e erişebilir miyim? Gelecek asırlarda delilerin ve dindarların artacağını tahmin etmek zor değil. 1841’de Hristiyanlığın Özü’nde Ludwig Feuerbach’ın dediği gibi:
“… Çağımızın… sûreti nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur… Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir. Dahası, hakikat azaldıkça ve yanılsama çoğaldıkça çağımızın gözünde kutsal olanın değeri artar. Öyle ki bu çağ açısından yanılsamanın had safhası, kutsal olanın da had safhasıdır …
İsmail DİREK
Psikolojik Danışman
peskipiskipesternomi@hotmail.com