Yeni Hayat – Orhan Pamuk – Kitap İncelemesi
ORHAN PAMUK- YENİ HAYAT
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” kısa ama bir o kadarda çarpıcı olan bu cümleyle başlıyor kitap. Okuduğu bir kitaptan sarsılarak etkilenen, sayfalardan neredeyse fışkıran ışığa bütün hayatını veren ve kitabın vaat ettiği yeni hayatın peşinden koşan genç bir kahramanın olağanüstü hikâyesi bu… Her satırı derin anlamlarla dolu, kurgusu ve üslubuyla adeta bir başyapıt. Orhan Pamuk’tan “bir arayış” romanı demek yerinde bir tespit olacaktır. Kitaptaki lirik ve derin anlatım yıllar sonra ortaya çıkacak “Masumiyet Müzesi’nin” doğum sancılarıdır adeta. Orhan Pamuk’un kitaplarında baba figürüne vurgu yapması, Nobel Edebiyat Ödülünü alırken “Babamın Bavulu” nu okuması, bir Psikolojik Danışman olarak aklıma bazı sorular getirmektedir. Eserlerinde baba figürlerini, bir özlemle dile getirirken aynı zamanda alttan alta bir öfkeyi de kusmaktadır. Bunun derin bir psikolojik sebebi olduğu aşikârdır. Zaten “Yeni Hayat” kitabında babası olmayan bir genci anlatır ve kitapta babadan nerdeyse hiç bahsetmez. Nitekim “Yeni Hayat” kitabında da şu cümlelerde aynı öfkeyi görebiliriz: “Babaların, sonsuz hafızaları ve kayıt defterleri olan tanrılar gibi, oğullarının aklından geçen her şeyi bilmeleri bir rastlantıdır. Çoğu zaman oğullarına ve oğullarına benzettikleri sıradan yabancılara kendi gerçekleşmemiş tutkularını yansıtırlar, o kadar”
Kitabın konusuna gelince, Üniversitede Mühendislik okuyan kahramanımız Osman, bir gün üniversitede bir kızın(Canan) elinde bir kitap görür. Kız masasına yaklaşır kitabı masaya bırakır ve çantasını karıştırıp ardından kitabını alarak uzaklaşır. Ancak ne kitap ne de kızın yüzü Osman’ın aklından çıkar. Okuldan dönüşte bir sahafta tesadüfî bir şekilde kitaba rastlar ve kitabı alıp okumaya başlar.
Kitaptan o kadar etkilenir ki sabaha kadar kitabın başından ayrılmaz. Ve bu etkilenmeyi şu cümlelerle dile getirir: “Masanın başındaydım ve kitap bütün etkisini yalnız ruhumda değil beni ben yapan her şeyde etkisini gösteriyordu. Öyle güçlü bir etkiydi ki bu, okuduğum kitabın sayfalarından yüzüme ışık fışkırıyordu”. Kitabın etkisine kapılıp kendini sokağa atan kahramanımız bir süre sonra yaşadığı hayatı sorgulamaya başlar ve paranoyaklaşmaya başlar. Öyle ki kendine yabancılaştığının farkına varır. Bedeniyle ruhunun ayrıldığını hisseder ve çoğu zaman evin dışına çıkar kendi odasının ışığına bakarak kendini masa başında kitap okurken hayal eder.
Sabah ilk iş okula gidip Canan’ı bulur. Ve ona kitaptan bahseder. Canan, Osman’ın kitabı heyecanla anlatmasından hoşlanıp onu öper ve onu Mehmet ile tanıştırır. Canan’ın sevgili olan Mehmet ile okuldan çıkışlarını pencereden seyreden Osman, eli silahlı bir adamın Mehmet’i vurmasına tanık olur. Ama olay yerine gittiğinde ne Mehmet nede olaydan eser yoktur. Eve gider ve günlerce kitabı okur. Okulda ne Mehmet ne de Canan’ı görür. Bu acıya dayanamaz ve kitapta bahsi geçen kasabalara doğru yolculuğa başlar. Canan’ı arar, kendini arar.
Varoluşunun anlamını bulmayı umut eder. Otobüs kazalarına karışır. Ölenlerin kimliklerine bürünür ve bir gün Canan ile bir otobüs kazasında karşılaşır. Kaza da ölen bir karı kocanın kimliklerini(Ali ve Efsun kara) alarak oradan uzaklaşırlar. Canan, amaçsız bir şekilde Mehmet’i aramaktadır. Ancak bu pasif bir arayıştır. Canan, kitabı okuyanları öldüren bir örgüt tarafından Mehmet’in öldürüldüğünü düşünmektedir. Bir süre karı koca rolüne bürünürler ve bir kasabada Dr. Nadir ile tanışırlar. Dr. Nadir’in Mehmet’in(asıl adı Nahit’miş) babası olduğunu ve bir suç örgütünün lideri olduğunu anlarlar. Globalleşen şirketlerin Anadolu’yu ele geçirmeye, var olan değerleri köreltmeye çalıştığını düşünerek Türkiye’de bayilikler kurar. Bu bayilikler dışarıdan bakıldığında beyaz eşya, soba, saat gibi eşyaların satıldığı bir mekân gibi görünse de aslında Dr. Nadir’e bağlı suç örgütünün birer yapılanmasıdır.
Dr. Nadir, kitabın bilinçli bir şekilde yazıldığını ve insanların yozlaştırılmasının amaçlandığını düşünür ve kitabı okuyanları öldürtür. Genç ve yetenekli bayi olan Ali Kara’yı(Osman’ı) oğlu olarak görür ve ona suikast görevi verir. Anadolu’ya suikast için giden Ali Kara, orada Mehmet’in yaşadığını ve kitabı sürekli yazarak çoğalttığını görür ve onu sinema salonunda vurur. Döndüğünde ise Canan’ı bulamaz… Bundan sonrasını okuyucuya bırakmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Zira kitap incelemelerinin heyecan yaratmayı, okuma aşkını körüklemeyi amaçladığını düşünüyorum ve kitapların sonunu yazmayı uygun görmüyorum. Kitaptan birkaç alıntıyla size veda ediyorum.
“Hissettiğim bu sefil yalnızlık ve kıskançlık beni insanlardan öylesine koparmış ve öylesine umutsuz kılmıştı ki, yalnız gazetelerin, dergilerin, burçların, yıldızlar köşesinden değil, başka bazı işaretlerden de körlemesine medet ummaya başlamıştım: üst kata çıkan basamaklar tek ise Canan üst kattadır, kapıya ilk bir kadın çıkarsa bugün Canan’ı göreceğim. Yediye sayıncaya kadar tren hareket ederse beni bulup konuşacak, vapurdan ilk atlayan ben olursam bugün Canan gelecek…”
“Benim hayatın kendisi sanarak mutlulukla karşıladığım, aşkla sevdiğim rastlantı bir başkasının kurgusuymuş yalnızca.”
“Bir yolculuk vardı, hep vardı, her şey bir yolculuktu. Bu yolculukta beni hep izleyen, en olmadık yerde karşıma çıkıverecekmiş gibi yapan, sonra kaybolan, kaybolduğu için de kendini aratan bir bakış gördüm; suçtan günahtan çoktan arınmış yumuşak bir bakış… Ben o bakış olabilmek isterdim. O bakışın gördüğü dünyada olmak isterdim. O kadar çok istedim ki bunları, o dünyada yaşadığıma inanasım geldi. Hayır, inanmaya bile gerek yoktu; orada yaşıyordum ben.”
KİTAPLA KALIN…
Cebrail URTEKİN
Psikolojik Danışman
cebrail.urtekin@windowslive.com